Sebilürreşad mecmuasının sahibi Eşrefe Edib, Tarihçe-i Hayat'taki "Tahliller" bölümünde yer alan yazısının başlarında 1908'ler İstanbul'una dair şu hatıratı nakleder: "Üstad'la (Bediüzzaman) tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar hemen hergün idârehâneye gelir; Akif ler, Nâim'ler, Ferid'ler, İzmirli'lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musâhabelerde bulunurduk." (Age, s. 541)
İsmi listenin sonunda yer alan şahıs, büyük âlim ve mütefekkir İsmail Hakkı İzmirli'dir.
İzmirli Hoca, bundan 62 sene evvel bugün, yani 31 Ocak 1946'da Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Onun tam 94 yıl önce Sebilürreşad mecmuasında neşredilen "tesettür tartışması"yla ilgili uzunca bir makalesi vardır ki, günümüzün aynı konulu tartışmasına da ışık tutuyor.
Aşağıda bu makalenin çok az bir kısmını iktibasen okuyacaksınız. Ama, önce bu kıymetli zâtın hayat hikâyesine kısaca bir bakalım.
* * *
İsmail Hakkı Bey, 1868'de İzmir'de doğdu. Babası, yüzbaşı İzmirli Hasan Beydir. Temel eğitimini İzmir'de tamamladıktan sonra, İstanbul'a gelerek medrese tahsiline başladı. Arapça ve Farsça'yı rahatlıkla ders verebilecek kadar öğrendi.
Bu arada Şâzelî Tarikatı'na girdi ve buradan icazet aldı. Bir müddet İzmir'e giderek burada Farsça muallimliği yaptı. Ayrıca, Ahmed Âsım isimli bir zattan 10 yıl kadar tasavvuf dersleri aldı.
İzmir'den tekrar İstanbul'a geldi ve 1892'de yeni açılan "Darü'l- Muallim-i Aliye"ye (Yüksek Öğretmen Okulu) girdi. Aynı zamanda Şakir Efendinin Yavuz Selim Camii'ndeki derslerine devam etti ve buradan da Hadis icazeti aldı.
1894'te Darü'l-Muallim'i birincilikle bitirdi. Hemen ardından Mercan Lisesinde din, tarih ve ahlâk bilgisi öğretmeni olarak ders vermeye başladı.
* * *
İzmirli Hakkı Bey, 1908'de Meşrûtiyet'in ilânı ile çıkmaya başlayan Sırat-ı Müstakim mecmuasının yayın heyetine katıldı. Bilâhare, ismi Sebilürreşad olarak değişen bu mecmuanın sahibi ve başyazarı Eşref Edip Beydir. Yazar kadrosu içinde yer alan diğer bazı isimler ise şöyledir: Bediüzzaman Molla Said, Mehmed Âkif, Babanzâde Ahmed Naim...
Burada ismi geçen Üstad Bediüzzaman, Mehmet Akif ve İzmirli İsmail Hakkı Bey, aynı zamanda 1918'de yeni kadrosu teşkil edilen Darü'l-Hikmet'il-İslâmiyenin de aslî âzâlarıdır.
İsmail Hakkı Beyin Sebilürreşâd'da çıkan yazı ve makaleleri, dahi ziyade aktüel tartışmalar ve cevap bekleyen konulara dairdir.
Hocalığı yanı sıra, birçok eğitim kurumunda idarecilik de yapan İzmirli, aynı zamanda pekçok esere de imza attı.
Aynı tarz hizmetini-Osmanlı'daki kadar olmamakla beraber-Cumhuriyet döneminde de devam ettirdi. Bu çerçevede olmak üzere, 1932 ve 1937' de yapılan Tarih Kongrelerine iştirak etti, hazırlamış olduğu tebliğleri sundu. Ne var ki, tebliğleri pek dikkate alınmadı. Zira, yeni zihniyetle tam bir uyum içinde değildi. Olması da imkânsızdı.
Bununla beraber, İzmirli Hocanın, Osmanlı dönemindeki sâfiyetini, ilmî ciddiyetini ve dinî/içtimaî konularda tavizsizliğini Cumhuriyet döneminde hakkıyla muhafaza edemediği şeklinde bazı kanaatler ve hatta tenkitler de vâki olmuştur. Ki, bunların tamamı haksız sayılmaz. Ancak, şunu hatırlatmakta fayda var: Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin yıkıcı sarsıntılarından etkilenmeyen şahıslar çok nadirdir.
* * *
1935'te Ordinaryus Profesör olarak emekliye ayrılan İzmirli Hoca, 3700 ciltlik kütüphanesi ve henüz basılmamış eserlerini Süleymaniye Kütüphanesi'ne vakfetti.
Hayatının geri kalan kısmını yine kendi çapında ilmî çalışmalarla geçiren İsmail Hakkı Bey, 31 Ocak 1946'da ziyaret için gittiği Ankara'da vefat etti. Cenazesi Cebeci Mezarlığına defnedildi.
* * *
İzmirli Hakkı Hocanın, 9 Nisan 1914 tarihli Sebîlürreşâd'ın 291. sayısında "Tesettür meselesinin turûk-i halli" başlıklı bir makalesi yayınlanır. Bugünkü ifadeyle "Tesettür meselesinin çözüm yolları."
Yazının muhtevasından açıkça anlaşılıyor ki, bu mesele o zaman da gündemin en hararetli tartışma konularından biriydi. Makalenin giriş ve başlangıç kısmı şöyledir:
"Bugün bizi en ziyade meşgul eden bir mesele-i ilmiye var ise, o da tesettür meselesidir.
"Tesettür meselesini hangi nokta-i nazardan (bakış açısı) mütalaa edeceğiz? Evvel be/evvel (öncelikle) tayin edilecek nokta işte budur: Tesettür meselesi ya ulum-ı içtimaiye (sosyal ilimler) ve felsefiye veya ulum-ı şer'iyye (İslâmî ilimler) nokta-i nazarına göre mütalaa olunur.
"Herhangi ilim nokta-i nazarına göre mütalaa olunur ise, orada ancak o ilmin kavaid ve zavâbıtı (kaide ve nizamları), usul ve menâhiki (mihengi) hâkim olur.
"Görüyorum ki, tesettür meselesini iş-güç edinen erbâb-ı kalem, meseleyi dînen, şer'an halletmek istiyor. Bu halde istinadgâhımız ancak hücec-ı şer'iyye (şer'i deliller), zevâbıt-ı şer'iyye, usûl-i fıkhiyye (fıkıh usûlü) olacaktır.
"Filvaki bu zevat bazen âyât-ı kerime ve ehâdis-i şerifeden bahsediyorlar, bazen eimme-i (imamlar) diniyeden birinin kavlini beyan ediyorlar ise de âyât-ı kerimeyi veya hadis-i şerifi okumak ile veyahut böyle bir kaide-i fıkhıyye vardır demekle iş bitmez, böyle bir hüküm, âmiyane ve câhilanedir.
"Evvela, bir ayet-i kerimeyi veya bir hadis-i şerifi görmekle hemen şer'an böyledir denemez. Ehl-i ilim şer'in bir takım aksamını beyan ediyorlar."
Önemli bazı ölçü ve prensiplerin hatırlatıldığı bu giriş bölümünden sonra, geniş izahlara ve detaylı delillerin sıralanmasına geçiliyor.
Arzu edenler, bu makalenin tamamını Köprü Güz 2003 (84.) sayısından okuyabilirler. Şimdi bu tesettür makalesinin son bölümünü aktararak niyahet verelim:
"...Hulâsa, insanlardan ne vakit fesad-ı zina havfı (korkusu) kalkar ise işte o vakit tesettür ve hicâb da kalkar. Başka türlü kalkamaz, ne turuk-ı hamse (beş yol) ile, ne edille-i ahkam-ı şer'iat (şer'î hükümlerin delilleri) ile, ne kavâid-i celîle-i fıkhıyye ile tesettür ve hicab kalkamaz. 'Emr-i bilmâruf ve nehyiani'l-münker' mani olunmadıkça, ilm-i şeriat erbâbı bulundukça ve onlar sâkit-i ani'l-hak (hakkı söylemeyen, susan) olmadıkça, tesettür kalkmaz ve kadınlar ile tatlı tatlı sohbet edilemez.
"Eslâf ve ahlâf-ı fukahanın (önceki ve sonraki fâkihlerin) aleyhinde ne kadar söz söyleniyorsa söylensin, ona Müslümanlık âleminde hiçbir kıymet verilmez."
31.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|