Rumî tarihle 1293, Hicrî 1294 ve Miladî olarak da 24 Nisan 1877'de patlak veren ve 9-10 yıl kadar süren tarihteki en büyük Osmanlı-Rus savaşına dair dün bu sütunlarda temas ettiğimiz hususlara bugün birkaç "hâşiye" ilâve ederek, farklı yeni bazı açılımlarda bulunmak istiyoruz.
Tâ ki, yeni nesiller, o tarihten günümüze kadar gelen, yahut etkisi hâlâ devam eden hadiseler, gelişmeler hakkında sıhhatli bilgilere, dolayısıyla fikirlere sahip olabilsinler.
Şimdi, bu tamamlayıcı mahiyetteki haşiyelere sırasıyla değinmeye çalışalım.
İngilizler
İlerleyen Rus istilâ ve işgal hareketinin İstanbul kapılarına kadar dayanmasını fırsat bilen İngiltere, yedi zırhlı gemiden müteşekkil savaş filosunu Osmanlı hükümet merkezine göndermek istedi.
Sözde, Ruslar'a karşı Osmanlı'yı korumak için yaptı bu iyiliği. Aslında kendi menfaatini düşünmekten başka bir gayesi yoktu.
Kaldı ki, tâ on yıl kadar evvel Rusya'yı Osmanlı'ya karşı kışkırtan, yine İngilizlerdi.
Osmanlı ve İngiliz temsilcileri arasında yapılan diplomatik görüşmeler neticesinde, savaş filolarının İstanbul limanı yerine, Mudanya'da bekletilmesi kararlaştırıldı.
Bu tedbir, Ruslar'ın hızını bir derece kesmiş olmasına rağmen, İngiltere'nin doymak bilmez hırsına engel olamadı.
İngiltere, Osmanlı-Rus Harbinin en kritik anında, "Kıbrıs'ı koruma" teklifinde bulundu.
Osmanlı hükümeti de, çaresizlikten buna razı oldu. Ancak İngilizler, "adayı korumak"la sınırlı kalmadılar, hayli ileri gittiler ve burayı adım adım Rumlaştırmaya çalıştılar.
İşte, bugün dahi sıkıntısı devam edip giden "Kıbrıs sorunu"nun kökü, tâ o zamana kadar gidip dayanıyor.
İngiltere, bugün aynı politik tavrını Irak'ta sürdürmeye çalışıyor. Güyâ, halkı Saddam'ın zulmünden korumak ve ülkeye demokrasi getirmek için geldiler. Ancak, kan dökülmesinden, Irak millî servetinin yağma edilmesinden ve ülkenin kaosa sürüklenmesinden başka başarabildikleri hayırlı bir netice henüz ortada yok.
* * *
93 Harbinden 36 sene sonra yaşanan Birinci Dünya Savaşında, Osmanlıyla harb eden Almanya dışındaki Avrupa ülkelerinin hemen tamamı, her iki hadisede de Ruslar'ın kışkırtıcısı ve destekçisi oldular.
Ruslar-Ermeniler
Ruslarla imzalanan Yeşilköy Antlaşmasının (3 Mart 1878) şartlarına baktığımızda, Ermeni meselesinin resmî olarak ilk defa uluslararası bir statü kazandığını görmekteyiz. Onun öncesinde böyle bir mesele yok.
Aynı yılın Temmuz ayında Berlin'de yapılan nihaî antlaşmada da, Ermeni meselesi bir derece hafifletilerek aynı şartnameye dahil edildi.
Dolayısıyla, dünya çapında Türkiye'nin başını ağrıtmaya hâlâ devam edip giden "Ermeni sorunu", yine o tarihe kadar gidip dayanıyor. Bu meseleyi Osmanlı'ya dayatan ülkelerin başında Rusya, İngiltere ve Fransa gelmektedir.
Kayıplar
93 Harbi, 624 yıllık Osmanlı tarihinin mal, can ve toprak kaybı ile yaşanan muhaceretler itibariyle, yaşanmış en büyük savaştır. (İmparatorluğu bitiren I. Dünya Harbinin mahiyeti ayrı tutulmalı.)
Tarihte "Küçük kıyamet" diye tâbir edilen bu savaşta, Kafkaslar'da ve Balkanlar'da yaşanan mezâlim, kaybedilen topraklar ve telef olan canların haddi hesabı yoktur.
Halidiler ve Hz. Mehdi'nin talebeleri
Bediüzzaman Said Nursî'nin dünyaya geldiği zamanlarda cereyan eden "93 Harbi", Risâle-i Nur'un muhtelif bahislerinde de yer almakta ve üzerinde ciddî yorumlar yapılmakta.
Birinci Şuâ'da "Yirmi Sekizinci Âyet" başlığıyla tefsir edilen Tevbe Sûresinin 32. âyetinden bu tarihî hadiseye dair istihraç edilen mânâlardan biri, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin talebelerince yapılan fedâkârane hizmetlere bakıyor.
Söz konusu âyetin meâli şöyledir: "Allah'ın nûrunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise, nûrunu tamamlamaktan başka birşeye râzı olmaz-kâfirler isterse hoşlanmasınlar."
Bediüzzaman Hazretleri, âyetin o zamana bakan mânâsının tahlil ve tefsirini şu şekilde yapıyor: "Eğer şeddeli 'mim' dahi şeddeli 'lâm'lar gibi bir sayılsa, o vakit 1284 eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek, on sene sonra (Hicrî 1294) Rusları tahrik edip Rus'un '93 (Rumî 1293) muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat, bunda Resâili'n-Nur şakirtleri yerinde Mevlâna Halid'in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından, bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor."
Dünkü yazıda tarihî arka planından söz ettiğimiz bu hadiseden bir asır sonrası için de cifrî/ebcedî mânâlar istihraç eden Üstad Bediüzzaman, üzerinde uzunca düşünülmesi gereken şu kısacık ifadeyle iktifa ediyor:
"Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli 'lâm'lar ve 'mim' ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdînin şâkirtleri olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. 'Bir damla su denizin varlığına işaret eder' sırrıyla kısa kestik." (Age, s. 620)
26.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|