Kur'ân, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol"1 buyurur.
Allah'ın emrettiği şekilde dosdoğru olmak, ciddiyet ve gayret isteyen zor bir iş olduğu için Peygamberimizin (asm) "Hud Sûresi beni ihtiyarlattı" buyurduğunu da biliyoruz.
Çocukluğu da, gençliği de, olgunluk yaşı da hep istikamet üzere geçmişti Resûlullah'ın (asm). Dürüstlüğü, dost düşman herkesin tasdik ettiği en önemli özelliklerinden biriydi. İlk vahiy geldiğinde muhtereme eşi Hz. Hatice, "Sen sözün doğrusunu söylersin" diyor, hemen iman ediyordu.
Daha çocuk yaşta olan Hz. Ali, Efendimizle (asm) Hz. Hatice'nin namaz kıldığını gördüğünde merak ve heyecanla sormuş, Resûl-i Ekrem de (asm) kıldıklarının namaz olduğunu, kendisinin de peygamber olarak gönderildiğini söylemiş, iman etmesini teklif etmişti. "Babam Ebû Talib'e danışayım" diyen Hz. Ali de dışarı çıkmış, sonra onun güvenilirliğini, dürüstlüğünü düşünüp geri dönmüş, Efendimiz (asm) sorduğunda da "Hayır. Allah beni yaratırken babama sormadı ki ben Müslüman olurken sorayım" diye cevap vermişti.
Hz. Ebû Bekir ilk defa peygamberliğini dile getirdiğini duyduğu zaman hemen Allah Resûlüne (asm) koşmuş, durumu sorup öğrendiğinde hiç tereddüt etmeden Müslüman olmuştu.
Kâinatın Efendisinin (asm) dürüstlüğü sadece yakın dostlarında değil bütün Kureyş'te kabul görmüş, Kureyş'i Safa Tepesinde toplayıp dağın arkasında bir ordunun kendilerine hücum edeceğini söylese kabul edip etmeyeceklerini sorduğunda hep bir ağızdan, "Elbette inanırız. Çünkü şimdiye kadar senin hiç bir yalanını işitmedik" demişlerdi.
Abdullah bin Selâm ismindeki bir Yahudi âliminin, daha simasını görür görmez, "Vallahi bu simada yalan olamaz, hile olamaz" deyip Müslüman olduğu da bilgilerimiz dahilinde.
Ebu Süfyan daha Müslüman değilken bir ticaret vesilesiyle gittiği Şam'da davet üzerine Bizans kralı Herakliyus'la görüştüğünde, onun, "Daha önce hiç bir yalan söylediğini işittiniz mi?" sorusuna, "Hayır"; "Sözünden hiç döndüğü olmuş mudur?" sorusuna da, "Hayır, verdiği sözden dönmez" diye cevap vermişti.
İşte onun bu temizliği, dürüstlüğü insanlara güven vermiş, kolayca İslâma girmelerine vesile olmuştu.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Şam'da 1911 yılında yüzü aşkın ilim adamının bulunduğu bir cemaate, İslâm âleminin içine düştüğü sıkıntıları ve tedavilerini ele aldığı hutbesinde Resûl-i Ekremin (asm) hayatının esası hâlini getirdiği doğruluğun önemine dikkat çekmiş; İslâmın temeli, ulvî seciyelerin rabıtası ve sosyal hayatın esası olan doğruluğu ihyâ edip mânevî hastalıklarımızı onunla tedavi edebileceğimizi belirtmişti.
Bu güzel duyguyu yeniden ihyâ etmeye her zamankinden daha çok muhtaç değil miyiz?
Dipnotlar:
1- Hud Sûresi: 112.
31.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|