Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Son nokta

Son zamanlarda bir “keşke”dir tutturmuşum gidiyorum. Dilim dönüp dönüp “keşke” diyor. “Keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydı” vs... Dalıp gitmişken “keşke”lerin içine, kalbimde parlayan bir ışıkla kendime geldim. “Keşkeler ne getirmiş insanlara ki sana ne getirsin?” bu uyanışla “keşke” kelimesi üzerine düşünmeye başladım. “Keşke”ler ne getirir insana? Ya da ne götürür insandan?

“Keşke”ler bir duâdır aslında, bunu fark ettim. Çünkü insan “keşke” derken bir şeyin olmasını arzu eder. Ya da olmamasını! Önceden yaşanmış da olsa bir şeylerin değişmesinin arzusundadır. İstemektedir yani. İstemekse duâ değil midir? Öyleyse “keşke” demek yaşanmış bitmiş bir olayı tersine çevirmez doğru, ama olayın neticelerini pekala değiştirebilir. “Keşke”lerin bir pişmanlık ifadesi olduğu bilinir ya! Aslında bu pişmanlık değiştirir neticeleri. Pişmanlıkta, yanlış yapılmış bir şeyleri kabullenmek vardır. Kabullenip aynı yanlışa dönmeme arzusu! Yeni pişmanlıkları önlemek için tedbir almaya yöneltir insanı. Pişmanlık da bir duâ değil midir? Öyleyse duâ olmak cihetiyle “keşke”ler çok şeyler getirir insan hayatına.

Bir de henüz yaşanmamış olaylar için kullandığımız “keşke”ler vardır. “Keşke şu şöyle olsa” tarzındaki temenniler. Geleceğe dair bir istek, bir arzu! Bu da duâdır. Öyleyse içten ve  can yakıcı bir arzuyla söylenilen “keşke”ler burada da, duâ olmak yönüyle, çok kapıyı açar insana.

“Keşke” yi yanlış kullandığımız yer şurası zannediyorum; biz yaşanmış, olmuş bitmiş olayları değiştirmek için keşke diyoruz. Halbuki geriye dönüşü olmayan bir dünya da yaşıyoruz. Aldığımız nefesi tekrar alabilmek gibi bir şansımız ve lüksümüz yok. Olmuş bitmiş olayları da yeni baştan yaşama şansımız yok.

O “keşke şöyle olsaydı ya da olmasaydı” dediğimiz anlar kaderin hayatımıza attığı düğümlerdir. Ne gücümüz, ne kuvvetimiz var ki sonsuz kuvvet sahibi bir elin attığı bir düğümü, çözebilelim. Aciz ve zayıfız. Öyle zamanlarımız olur ki hayatımızda, cüz’î irademiz alınır elimizden. Külli irade yön verir hayatımıza. Böyle zamanlar için keşke demek hata değildir de nedir? “Keşke” değildir burada sarılmamız gereken. Burada bize düşen; tevekkül etmek. Boyun eğmek. Sabr-ı cemil göstermek. Kadere razı olmak. Küllî iradeye inanmaktır. Ya değilse “keşke”ler can yakıcı olur bu durumda.

Bazen olması gerekir bazı şeylerin. Ruhi sarsılmalar gerekir insana. Depremde nasıl yeraltındaki hazineler çıkıyorsa meydana; ruhi sarsıntılarda da insanın içinde saklı kalmış hazineler çıkar ortaya. Biz kısır aklımız, fikrimizle anlayamayız olup biteni! Göremeyiz! Ama Ezelî ve Ebedî Kudret geçmişimiz geleceğimizle ilgili her şeyi bilir. Bildiği içinde her insana ayrı ayrı haller verir. Üzüntü keder verir. Sevinç mutluluk verir. Çırpınışlar azimler verir! Bazen de gafil kalpleri uyandırmak için ani sarsılışlar verir. Verir ki insan kendine gelsin. Hazineleri çıksın gün yüzüne. Ve toplasın sonra meyvelerini bir bir. Her şeye kudreti yeten bir Rab, her şeyi ince ince programlayıp, nakış nakış dokuyor ve her birine de ayrı ayrı hikmetler takıyorsa,  “keşke” demek yine kısır aklımızın, kısır düşünüşleri, kısır gözümüzün, kısır gördükleridir.

Geçmişte bir şey yaşandı ve bitti. Şöyle, böyle ya da öyle olabilirdi ama olmadı. Nasıl yaşandıysa  öyle yaşanması gerekiyordu ve öyle yaşandı. Kader bir düğüm atmalıydı ve düğümü o şekilde attı. Ya da öyle çözdü o düğümü. Nasıl çözülmesi gerekiyorsa öyle çözdü. Şöyle böyle olmadı... Öyle olması gerekiyordu öyle oldu. Öyleyse “keşke”ye lüzum kalmadı.  Her zamanki gibi ilk harfi kader yazmıştı, son noktayı da  KADER koydu.

Filiz Genç

16.02.2008


Hazan yaprağı

Hafif bir rüzgârla savrulmayı bekleyen, çilekeş ömrünü tanımlarcasına sararmış, boynu bükük binlerce yapraktan bir tanesiydi.

Yeşillerle bezenmiş benliğinin bir zaman gelip de güneşi bir renge bürünüp hayata elveda diyeceğini hiç düşünmemişti bile. Birbirini kovalayan günlerde semada haşmetle seyir eden güneşi zerrelerinde hissetmiş, fakat her geçen günün hayat takviminden bir yaprak koparttığını hiç akıl edememişti. Üzerinde otuz bir aralık yazan takvimin son yaprağına benzetti kendisini. Her an koparılmayı bekleyen korkuyla.

Şu an pamuk ipliğine bağlı hayat ışığı üflemekle söndürülebilecekken gençliğindeki en sert rüzgârların bile kendisini okşar gibi esmelerini hatırladı. Kendisine güvenle başlardı gençlik güvensizlikle biterdi. İhtiyarlık kara kış derlerdi büyükler. Kış görmeden bahar görmüştü ki belki de ondandı ihtiyarlığı kabul etmemesi. Hayat kitabının sararmış yapraklarının bir bir çevrilmesiyle başladı maziye yolculuk. İşte ilk sayfa:

Önsöz:

Yüzümü derin vadilere dönmüş, sırtımı sarp yamaçlara dayamış beni topraktan söküp atmak isteyen amansız rüzgâra karşı ayakta kalmaya çalışan küçücük bir tohumum şimdi. Düşüncelerimle baş başayım. Bu ıssız şahikada. Şu an belki de karanlıklar hakim olmuş küçük dünyama. Fakat ümidim dünyayı serapa nura kavuşturacak kadar parlak bir gün başımı çıkartacağım bu kara topraktan. Dallarımı uzatacağım sonsuz semaya.

Evet, dallar semayı, yapraklar dalları çoktan kucaklamıştı. İşte o dalları süsleyen nazenin yapraklardan bir tanesi de kendisiydi. Kimbilir ne zamana kadar?

Zihni mazi derelerinde seyir ederken bir arının vızıltısıyla kendine gelebildi. Gelmesiyle kendisini sonsuzluğa bırakan rüzgârı ruhunda hissetti.

Evet, mazi kitabının son yaprağı çevrilmiş, hayat takviminin son yaprağı kopartılmıştı. Yapraklarda iki hecelik yazı mazi kitabını kapatıyordu:

‘SON SÖZ’

Mehmet Ali Ergenekon

16.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri