Çocukluk yıllarımda radyolarda duyduğum bir türkü vardı: “Aya bak, yıldıza bak, şurda duran kıza bak.” Vallahi devamını hatırlamıyorum. Aya bakıyordum gerçi geceleri. Özellikle dolunayda bir harikaydı. Sokak lambalarından daha parlak gelirdi bana. İlkokul kitaplarında ayın adı “dede” idi. Aydede… Niçin ihtiyarlıkla özdeşleştirmişlerdi, hâlâ anlamış değilim. Oysa ki ay dünyamızla hemen hemen aynı yaşta sayılabilirdi. Güneş ise, daha ihtiyar olduğu halde, nedense güneşi bir genç kadın, bir taze bayan yüzüne benzetirlerdi. Güneşi de severdim. Hele de baharın kara kışı kovaladığı Mart, Nisan aylarında daha bir severdim. Şarkıda geçen “kıza bak” cümlesine gelince, şöyle bir etrafıma bakacak olsam başı örtülü, yaşmaklı kadınlar görürdüm. Belki komşumuzun kızıydı, belki komşumuzun misafiri veya akrabası bir kız. Hemen hepsi de mübalâğasız oyalı yazmalarla, kenarları dantel dantel işlenmiş, çivit mavisiyle çitilenmiş rengârenk çiçek desenleriyle bezeli başörtüleriyle kadınlarımız, analarımız, bacılarımız gözükürdü gözlerime. Bazı bazı başı açık bayanlar, kızlar da gelirdi oradan, buradan. Onlar da başörtülü olmamasına rağmen, evlerimizde saygıyla, sevgiyle karşılanır, ağırlanırdı. Onlarda da asil bir ağırbaşlılık, hanımefendilik görürdüm. Seviyeli konuşmalar, edepli oturmalar, kibar hareketler… Biz böyle büyüdük. Ne kavga, ne tersleme, ne dışlama, ne bölme, ne bölücülük, ne ayıplama., ne karalama…
Annem, babam, teyzem, halam ne bileyim, bütün çevremdeki kadınlarımız ilk mektep bile okumamışlardı. Ama onların değerini, insanlığını, hoşgörülerinin genişliğini bu yaşımda türban tartışmaları üzerine kadın olsun, erkek olsun, okumuş, yüksek tahsilli, hatta üniversitelerde profesörlük titriyle âleme ilim, ahlâk, medeniyet, hak, hukuk öğreten kişileri görünce daha iyi anlıyorum. Bu iş tahsille ilgili değil galiba. İlim, irfanla hiç ilgili değil. Bu tamamen kişiliğini belli kalıplarla hapsederek, kendi önyargılarıyla, ya da heva ve hevesinin kurnazlıklarıyla doğrudan ilişkili bir şey…
“Bölücülük, kavga, mücadele, hançer saplama, bombalama. infilak, idam, ihtilâl, ip, ateş, barut” bu kelimeler okumuş aydın geçinen bir kısım entelektüelimizin ve bir kısım medyamızın türban konusunda kaç gündür kullandıkları kelimelerden sadece bir kaçı. Hiçbirinde hoşgörü, hak, hukuk, ilim, bilimsel ve hukukî gerekçe görülmüyor. “Derslere girmem.”, “Notlarını kırarım, sınıfta bırakırım” diyen koca koca hocalar, proflar. Bunların hiçbirinin konuşması bir bilim adamının konuşması değil.
Bir akıllı medya organı da başlık atıyor. “Türbanı bırak, yağa bak..” Ayçiçeği yağlarının fiyatı yüzde şu kadar artmış da… Türbanın sırası mıymış da… “Hak ve özgürlüklerin bu kadar çok konuşulduğu çağda, bir hak/hukuk sorunu olan türban-başörtüsü meselesi gündeme gelmişken, ekmekten, yağdan bahseden şu anlayışa tarihte rastlamak doğrusu zordur. Çok uzak değil, bir zamanların Amerikasında Kunta Kinte’lerin kölelikten kurtulma mücadelesi verirken ekmeği değil, hürriyeti önceleyen anlayışının binde birini bile bunlar gösteremiyorlarsa, vay halimize. Bediüzzaman Hazretlerinin “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” görüşünün yanından bile geçemeyecek kadar hak ve hürriyetler anlayışından mahrumlar maalesef. Bir de üstüne üstlük Şark kurnazlığı... “Türbanı bırak yağa bak..” Hani şu “Cambaza bak, cambaza…” meselesinin aynısı... Yağ için bırakalım bu tartışmaları. İlerde belki tekrar gündeme gelince, bu defa turşu fiyatlarının fırlamayacağı ne malûm? Şeker, un zaten her zaman sırada… İşte böyle aziz okuyucular. Sıralarını bekleyecekler birileri. Ömür yeterse. Hele şu yağ meselesi bitsin. Şeker, un, gaz, tuz, bez… Sonra konuşuruz hak ve özgürlükleri. Acelesi ne? Hem acele işe şeytan karışmaz mı? Değil mi ya? En iyisi bir eüzu besmele okuyalım şimdi. Haa unutmayalım; “Tahsil cehaleti alır………” Siz getirin gerisini..
13.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|