Zümer Sûresinin 10. âyetinde sabredenlere hesapsız mükâfat verileceği vaadilmektedir.
Demek sabır sıradan, kolayca yapılabilen bir iş değil. Bayağı gayret, emek ve titizlik ister. Öyle olmasaydı bu kadar büyük mükâfat verilir miydi?
Kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen zekâtlar ciddî bir sabır işi ve birer zafer aslında. Nefis ve şeytana, şeytanın vesveselerine karşı hakta sebatla kazanılmış bir zafer.
İnanıp sonra da bunları yeme, içme, yürüme gibi kolayca yapılabilen fiiller hâline getirme o mânevî iklimi soluyan insanlar için fazla zor olmasa gerek. Ne kadar zor olsa da bir kısım alışkanlıklar da öyle değil midir?
Ya İslâm dairesine girip namaz gibi bir ibadete ilk başlayanlar için. Bunun gerçekten büyük bir zafer olduğunu o zaman daha iyi anlıyor insan.
İşte bir örneği! Amerika’nın muhtelif üniversitelerinde görev yapan matematik Profesörü Jefri Lang, İslâm’a kapağı atanlardan. “Melekler Soruncaya Kadar” isimli eserinde İslâma giriş hikâyesini anlatmış. İlk namaza başlayışı da oldukça ilginç. Birgün cami imamı, namazın kılınışıyla ilgili bir kitap verir kendisine. Ancak Müslüman talebeler, “Acele etme, rahat ol, zamanla yavaş yavaş yaparsın” derler. Prof. Lang kendi kendine, “Namaz bu kadar zor mu?” der ve talebeleri duymazlıktan gelir, hemen vaktinde beş vakit namaz kılmaya karar verir. O gece, loş ve küçük odasına çekilerek kitaptan abdest ve namaz hareketleri egsersizlerini yapar, namazda okunacak bazı sûrelerin Arapça okunuşlarıyla İngilizce anlamlarını ezberlemeye çalışır. Bu çalışmalar saatlerce devam eder. İlk namaz denemesi için kendine güven gelince yatsı namazını kılmaya karar verir. Vakit gece yarısıdır. Kitabı alıp banyoya girer. Kitabı açarak, mutfaktaki ilk yemek denemesi yapan aşçı gibi kitapta anlatılanları dikkat ve incelikle bir bir uygular.
Abdest bitince odanın ortasında durup, kapı ve pencerelerin kilitli ve kapalı olmasından emin olduktan sonra kıble olarak bildiği tarafa yönelir, derin bir nefes alır ve elini kaldırarak alçak bir sesle “Allahu Ekber” der. “Kimsenin beni işitmemesini ve görmemesini umuyordum, yavaş yavaş Fatiha Sûresi ile kısa bir sûreyi Arapça olarak okudum. Öyle zannediyorum ki herhangi bir Arap beni dinlemiş olsaydı benim okumamdan bir şey anlamayacaktı” demekten kendini alamaz.
İkinci bir tekbir alarak rükûa gider, fakat rükûda biraz tedirginlik hisseder, “Çünkü hayatımda hiç kimseye eğilmemiştim” der. Namazı böyle farklı duygular içinde kılmaya devam eder. Bakalım devamını nasıl getirmiş? Bunun üzerinde de inşaallah yarın duralım.
13.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|