Şu dünya misafirhanesinde bir insan için Allah’ın rızasını kazanmaktan daha önemli ne olabilir?
Peki, insan Allah’ın rızasını nasıl kazanır?
Emirlerini tutarak, yasaklarından kaçınarak. İnsan vardır imkân ve nimetler içinde yüzer, ama aslâ kendini kaybetmez, onların hakkını verir, meşrû ve helâl daireden sapmaz.
İnsan vardır biraz nimet ve imkâna kavuşmayadursun kendini kaybeder; gurur ve kibire kapılır, insanlara tepeden bakmaya başlar, burnuna toz kondurmaz.
Önemli olan kalbi temiz tutmak, insan ve kul olduğunu unutmamak, kendini kaybetmemek, iyi insan olabilmek, her hâl ü kârda Allah’ın rızasını kazanma şevk ve gayreti içinde olmaktır.
Birgün Peygamberimiz, “Cenennemliklerin kimler olduğunu bildireyim mi?” diye başladığı konuşmasında onların “katı yürekli, kaba ve kurularak yürüyen, iri yarı ve kibirli kimseler” olduğunu bildirmiştir.1
Mal-mülk, makam mevki, şan-şöhret her şeyi var, ama katı yürekli, kaba ve kurularak yürüyen, iri yarı ve kibirli, yanına yanaşılmaz bir kimse olduğu için Cehennemi boylamaktan kurtulamıyor. Öbürü ise gayet mütevazi, herşeyi Allah’tan biliyor, şükrediyor, sabrediyor ve Cennete gidiyor.
Birgün Allah Resûlüne (asm) bir grup müşrik ileri geleni geldi. İnsanların imanlarının kurtulması, böylece dünya ve ahiretlerinin Cennete dönmesi için çırpınan Allah Resûlü (asm) bu fırsatı çok iyi değerlendirmek istiyor, ayaklarıyla gelmiş bu insanların İslâmın nuruyla aydınlanmalarını bütün gönlüyle arzu ediyordu. Ne var ki o müşrikler Peygamberimizin (asm) etrafına baktıklarında Hazret-i Süheyb, Selman, Bilâl, Habbab, Ammar gibi köle, fakir fukara olan insanları görmüş, onlarla birlikte bulunmayı bir türlü gururlarına yedirememiş, onları yanından kovmasını istemişlerdi. Aslâ buna razı olmadı Allah Resûlü (asm), Allah’ın hoşnut olduğu insanları nasıl yanından kovabilirdi!
Müşrikler, “Tamam ya Muhammed” dediler. “Madem öyle yanından kovmuyorsun. Hiç olmazsa biz geldiğimizde yayında bulunmasınlar.” Eğer onlar gerçeği görüp hidayete ereceklerse, o an için o fakirler yanında bulunmasalar da olabilirdi. Bunu makul görmüştü Allah Resûlü (asm). Olay üzerine hemen bir âyet indi. Cenâb-ı Hak buyuruyordu ki: “Sabah akşam Onun rızasını dileyerek Rablerine duâ edenleri yanından kovma. Onların kalbinde Allah’ın rızasına aykırı birşey varsa onun hesabı Allah’a aittir; onların hesabından sen mes’ul değilsin, onlar da senin hesabından mes’ul değildirler. Sakın onları kovup da zalimlerden olmayasın.”2
Hazret-i Selman ile Habbab derler ki: “Bu âyet bizim hakkımızda nazil oldu. Resulullah bizimle beraber oturduğunda, dizimiz onun mübarek dizine değinceye kadar yaklaşırdık. O istediği zaman yanımızdan kalkardı. Sonra Kehf Sûresindeki âyet-i kerime [28’nci ayet. Meâli şöyle: ‘Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam Ona duâ edenlerle beraber sabır ve sebat et. Dünya hayatının ziynetini arzulayıp da gözlerini onlardan çevirme. Kalbini Bizi anmaktan gafil kıldığımız, heva ve hevesine uyan ve işinde aşırılığa kaçan kimseye de boyun eğme’] nazil olunca, biz kalkmadan o yanımızdan kalkmaz oldu ve ‘Hamd olsun Allah’a ki, ümmetimden bir toplulukla beraber nefsime sabrettirmeyi bana emretmeden beni öldürmedi. Hayat da sizinle, ölüm de sizinle olsun’ buyurdu.”
Dipnotlar:
1- Riyazü’s-Sâlihîn Tercümesi, Hadis no: 250 (Buharî ve Müslim’den.)
2- En’am Sûresi’nin 52. âyeti
16.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|