Türkiye’nin ‘provokasyon tarihi’ yazılsa kimbilir ne dikkat çekici eserler ortaya çıkar? Hele bunların bir de ‘film’ yapıldığını düşünün. Muhtemelen, ‘oskar’ları bile toplayabilirler...
Şaka bir yana, bilhassa ‘yakın tarih’ gerçekleri saptırmak için yapılan planlarla doludur. Şöyle geriye dönüp baktığımızda, 28 Şubat (1997) sürecinde yaşananları bir düşünelim. Daha gireye gidersek, 12 Eylül 1980, bir adım daha geriye gidince 27 Mayıs 1960 öncesi ve sonrası bu noktada çok çarpıcıdır. “Yeter, söz milletindir” diyerek tek başına iktidara gelen ve millete hürriyetlerini iade eden Demokrat Parti iktidarı, iftiralarla çürütülmek istenmiş, hele ihtilâl sonrası yapılan yayınlarda gençlerin ‘kıyma makinaları’yla kıyıldığı, öldürüldüğü iddia edilmiştir. O kadar gülünç işler olmuş ki, İstanbul Kumkapı’dan, DP yöneticilerinin yargılandığı ‘ada’ya tünel kazıldığı iddiasıyla insanlar suçlanmış, üstelik bu gülünç iddialar, o dönemin ‘büyük gazeteleri’nde manşet dahi olabilmiştir.
12 Eylül 1980 döneminin öncesinde ve sonrasında en başta siyaset kurumu kötülenmiş, iş yapamaz hale getirilmiştir. İhtilâlciler, daha sonra yaptıkları açıklamalarla; ihtilâlin ‘olgunlaşması için beklendiğini’ itiraf etmişlerdir. İhtilâl sonrası yapılan açıklamalarla da siyasetçiler için ‘tencereyi pislettiler’ sözü en masum sözlerden biri haline gelmiştir.
Velhasıl, aradan yıllar geçti ve ‘millete rağmen millet için’ iş yapanların ‘sistemi’nde bir değişiklik olmadı. Yine benzer provokasyonlar yapılma ihtimali var. Bazı gazetelerin haber ve manşetlerine bakınca, hatalardan ders ve ibret alınmadığı da görülüyor. Meselâ bir yazar, İstanbul’da yaşandığını iddia ettiği ‘garip olay’lar arasında öyle şeyler saymış ki, ihtimal vermek mümkün değil. “Zorbalık manzaraları” başlıklı yazıda şöyle denilmiş: “İstanbul’’un orta yeri, Harbiye. Bir kadın taksiye binmek istiyor, şoför kadına bakıyor, ‘abla, arabadan hemen in, senin başın açık.’ Olay aynen böyle, birinci elden.” (Yalçın Doğan, Hürriyet, 14 Şubat 2008)
Yazıda, buna benzer iddialar sıralanmış ve adeta ‘işler kötüye gidiyor, Türkiye batıyor’ anlamında hava oluşturulmak istenmiş. Bir defa, böyle bir hadisenin hele hele İstanbul’da olması ‘normal şartlar altında’ hiç mümkün değil. İlâve olarak, bu ve benzer hadiselerin Harbiye’de olması da imkân haricinde. Ayrıca, böyle bir tartışmanın ‘taksi şoförü’ ile başka birisi arasında geçmesi de çok uzak bir ihtimal. Çünkü taksi şoförleri bu işi yaparken, her türlü inanç ve kıyafette ‘müşteri’lerle muhatap olacaklarını en baştan bilir.
Eğer bu ve benzeri bir hadise gerçekten yaşanmışsa, asıl o şoförden şüphelenmek lâzım. Böyle davranan bir ‘sürücü’ gerçekten ‘şoför’ müdür, yoksa bu işi ‘ek işi’ olarak mı yapıyor? Hem böyle hadiseler nasıl oluyor da ‘havanın gerildiği günler’de yaşanıyor? Niçin 3 ya da 5 ay önce değil de, dün?
Dolayısıyla böyle haber ve iddiaların gerçek olması mümkün değildir. İfade etmeye çalıştığımız gibi, eğer bu ve benzer hadiseler yaşanıyorsa, sebep olanlardan şüphelenmek lâzım.
Tabiî ki, Türkiye gerçekleriyle uyuşmayan böyle iddiaları ‘manşet’lere taşıyan medyaya da ihtiyatla yaklaşmak en iyisi...
16.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|