Başörtüsü yasağıyla ilgili tartışmalar, siyaset âlemini iyice hareketlendirdi. Siyasî parti temsilcileri birbirlerini ‘ağır’ sözlerle itham ediyor. Millet de tartışmaları hayretle izliyor.
Tabiî ki her siyasî partinin farklı siyaset anlayışları var ve bu da normal karşılanır. Ancak, bazı temel meseleler var ki, bütün siyasî partilerin bu konularda ittifak etmesi beklenir. Meselâ, bir siyasî partinin insan hak ve hürriyetlerine karşı çıkması pek beklenmez. Böyle bir parti olursa, millet nezdinde itibar görmez ve kıyıda kenarda kalmaya mahkûm olur. Çünkü siyasetin özünde, milletin taleplerine çare bulma iddiası olmalıdır.
Bu noktada CHP’nin durumu çok garip. Hem ‘halkçı’ olduklarını söylerler, hem de icraatlarıyla ‘halkın rağmına’ iş yapmayı marifet bilirler. CHP, geçmişten gelen uygulamalarla zaten bu konuda ‘sabıka’lıdır. Bilhassa ‘tek parti’ devrindeki icraatları o kadar tepki toplamıştır ki, 1950 sonrası ‘çok partili’ devreye geçildiğinden sonra bu parti hiçbir zaman tek başına ‘iktidar’ yüzü görmemiştir. Sadece bu netice bile CHP’nin ‘ders’ alması için yeterli olduğu halde, uygulamaları ve sözleriyle bilinen yanlışlarını sürdürüyor.
Türkiye’nin ‘en eski’ partisi olmakla övünen CHP’nin, son günlerde sergilediği tavra bakınca bu durum bir defa daha görülüyor. Gerek parti temsilcileri ve gerek genel başkanının sözleri bir siyasî partinin sarf edeceği sözlere benzemiyor. Milletin büyük ekseriyetinin ‘karşı’ olduğu bir yasağı, canhıraş bir gayretle savunmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de sadece kendi partileri olan CHP’ye zarar vermekle kalmıyor, bir bütün olarak siyaset kurumuna ve siyasî partilere de zarar veriyorlar.
Meselâ CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, anayasa değişikliği ile ilgili çalışmalar karşısındaki duruşu kesinlikle siyasî parti duruşuna benzemiyor. Bir siyasetçi, başka bir siyasetçiyi, siyaset dışı yollarla iktidardan düşürme ile tehdit edebilir mi?
CHP Genel Başkanı Baykal, yeni bir anayasa hazırlanması ‘şartı’nı anlatırken şöyle demiş: “Ya kurtuluş savaşı yaparsın, yeni bir devlet kurarsın, ya da ihtilâl yaparsın, idamı göze alırsın o zaman yeni bir anayasa yaparsın! Biz anayasa yapmak için seçilmedik, bu anayasaya uymak için seçildik” (Radikal, 7 Şubat 2008)
Bir siyasetçinin, başka bir siyasetçiyi ‘idam tehdidi’ ile korkutması bir yana, siyasetçilerin ‘anayasa’ya dokunmaması gerektiği kabulü nasıl ileri sürülebilir? Ne demek, “Biz anayasa yapmak için seçilmedik, bu anayasaya uymak için seçildik.” Hem böyle düşünüp, hem de ihtilâllerden, müdahale ve muhtıralardan şikâyet edilebilir mi? Bu anlayış, siyasetçinin zaten dar olan siyaset alanını, daha da daraltıp, yok etmez mi?
Bu yaklaşım ‘kökten yanlış’ bir yaklaşımdır. Hiçbir siyasetçi, anayasa yapmayı ihtilâlcilere hak olarak görmez ve göremez. Görürse ona siyasetçi denmez. Birileri siyasetçi dese de, millet siyasetçi demez ve her imkân ve fırsatta bu düşünceleri sandığa mahkûm eder.
CHP’nin bu kafa ile hareket etmesi çağın şartlarına uymamak anlamına geliyor. Arzu etmeyiz, ama tercih, kendilerinin...
08.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|