Asırlar geçtikçe İslâm’ın nazenin yapraklarına asrın hadisâtı toz döker. O çağların müçtehid müceddidleri, o tozları, asrın anlayışı içinde ve Kur’ân’dan aldıkları ilham ile temizler, aslını ibraz ederler. Bu çağın Mevlânâsı kabul edilen Hz. Bediüzzaman’ın 130 eserinin her biri, bir cihanbaha ve yektâ eser. Takrîben 100 yıl önce, Meşrûtiyetin sonunda, Kanun-u Esâsî denilen Osmanlı anayasasının çatladığı ve yeni anayasa değişikliklerinin öngörüldüğü dönemlerde, 24 milyon km² Osmanlı’yı ve içinde yaşayan 200’ü aşkın ırkı nazara alarak bazı içtimâ-î eserler neşreder. Bunların başında gelen “Münâzarât” eseridir.
Devletin bir çok kademesinde çalışmış ve çalışmakta olan bürokratlara, geçmişten bugüne karşılaştığım ve yakînen tanıdığım milletvekillerine; “Münâzarât cebinizde var mı? Münâzarât’ı okuyun. Eğer Münâzarât yoksa, birçok sahada sıhhatli yol alamazsınız. Eğer okursanız ve yaşarsanız, o vakit, siz ve vatan ahalisi, barış ve huzurunun kaynağı olursunuz” dedim ve diyorum. Hatta 3 Şubat 1977’de Üsküdar Çiftehavuzlar’daki köşklerinde eski cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve kızları Nülüfer Gürsoy Hanımefendiye, damatlarına bu eserden satırları naklettim. Hepsi çok mütehassis olduklarını ifade ettiler.
Bu eserin günümüze bakan birkaç suâl ve cevabını buraya almak istiyorum. Soruyorlar: “S - Neden sû-i zannımız onlara zarar versin? C - Onların bir kısmı sizin gibi tahkiksiz, taklit ile İslâmiyet’in zevâhirini bilirler. Taklit ise, teşkikât ile yırtılır. O halde bazılarına—bâhusus dinde sathî, felsefe ile mütevaggıl olursa—dinsiz dediğiniz vakit, ihtimâl ki tereddüde düşüp, mesleği İslâmiyetten hariçmiş gibi vesveselerle ‘Herçi-bâd-âbâd’ diyerek, me’yûsâne, belki muannidâne İslâmiyete münâfi harekâta başlar.....
“S - Neden? C - Farazâ, bazılarının altında büyük fenalıkları varsa da, hücum edilmemek gerektir. Zira çok fenalık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegafül edildikçe, mahdut ve mahsur kaldığı gibi, sahibi de perde-i hicap ve hayâ altında kendisinin ıslâhına çalışır… Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hâl gördüm. Zira İslâmiyet’in meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedâileri cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrûtiyeti şeriata tatbik edip ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve tam mukaddes şeriatı, meşrûtiyet kuvvetiyle i’lâ; ve meşrûtiyeti, şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiât-ı sabıkayı muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruâtın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler—hâşâ!—şeriatı, istibdada müsait zannederek tûtî kuşları taklidi gibi ‘Şeriat isteriz’ demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu..”
Türkiye’de cereyan eden İslâmî hizmetlere hiçbir mü’min itiraz etmez ve kim yaparsa yapsın takdir eder ve alkışlar. Fakat Türkiye’yi badirelere götürmek, hatta bazı kişilerin içlerindeki ebedî buğz ve kindarlık ile kardeş kavga ve kargaşası çıkararak, o ism-i mübareki âlet ederek, Türkiye’yi bir İran, İrak, Afganistan ve Pakistan haline getirmeye yeltenirler. Hatta gündemi istismar ve kıvılcım yapabilirler. Bu yeltenme Hz. Bediüzzaman’ın Münâzarât eserini yazdığı günden beri devam etmektedir. Onun için Müslüman münevverler, akl-ı selim sahipleri müteyakkaz olmalı; “Tûtî kuşlarına” dikkat etmelidir. Makamları mansıpları ve etiketleri ne olursa olsun, dikkat edilmelidir. Çünkü 73 milyonluk gemi batarsa beraber batacağız. “Kurt bulutlu havayı sever” atasözü de bu babda geçerlidir. Ancak “Kalblere, gönüllere, akıllara hitap ederek” irşad olunur. Aksisi asla…
Onun için Hz. Bediüzzaman, 1911’de neşrettiği Hutbe-i Şâmiye eserinde 3. Kelime’deki haşiyede diyor ki: “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.” Türkiye’nin âlem-i İslâmda lider ülke olması ve kalması için, ülke insanının birlik ve beraberliği için çalışmalıyız…
15.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|