Başörtüsü meselesini “gerilime yol açmadan çözme” söylemleriyle başlatılan süreçte gelinen nokta, maalesef gerginliğin had safhaya ulaştığı ve giderek de yayıldığı çok sıkıntılı bir tabloyu gözler önüne seriyor.
Bilhassa CHP lideriyle Başbakanın karşılıklı atışmaları, gerilimin siyasî ayağını oluşturuyor.
Baykal’ın ipe sapa gelmez çıkışları ve özellikle “Yeni bir anayasa yapmak isteyen, idamı göze alıp ihtilâl yapmadan bu işe soyunmasın” şeklindeki sözleri, meseleyi iyice çığırından çıkardı.
Buna karşı Başbakanın “Beyaz çarşaflarla yola çıktık” diyerek verdiği cevap ise, evvelce rahmetli Özal gibi onun da kendisine kurulan tuzağa düştüğünün bir tezahürü olarak görüldü.
Dahası, bu söylem en son 22 Temmuz’da yenilenen millet iradesinden aldığı demokratik gücün, dayatmacı mütegallibe karşısında hâlâ anlam taşımadığının kabulü, itirafı ve bundan kaynaklanan çaresizliğin ikrarı olarak algılandı.
En azından dayatmacı statükonun mesajı bu şekilde okuduğunu, dolayısıyla seçilmiş iktidarı bir kez daha yıldırdığını ve bu sebeple keyif içinde ellerini oğuşturduğunu ifade etmek, herhalde yanlış bir değerlendirme olmasa gerek.
Peki, seçilmiş siyasetçilerin ağzındaki bu tür “idamlık gömlek, kefen” söylemlerinin, sessiz çoğunluğun morali açısından pozitif katkı sağladığını iddia edebilmek mümkün mü?
Maalesef hayır.
Bu çeşit konuşmalar, Menderes’in ve iki bakanının hazin akıbetini hatırlayan yaşlı kuşakların acısını tazeler, duygusal mizaçları bir kez daha hislendirip bazılarına gözyaşı döktürebilir belki, ama demokrasi mücadelesine birşeyler kazandırdığını söylemek çok zor.
Olsa olsa, ya “Ne yaparsak yapalım, yine olmuyor” düşüncesini kuvvetlendirip mağdur ve sessiz kitlelerdeki karamsarlığı daha da arttırır, ya da “radikal çözüm” arayışlarına kapı aralar.
Baykal’ın son derece talihsiz ve provokatif söylemine verilecek tepki, buram buram mağduriyet, mazlumiyet ve çaresizlik kokan “kefen” söylemleriyle değil; 27 Mayıs, Yassıada ve idamların utancını tarih ve toplum önünde bu partinin bir kez daha yüzüne çarpıp, her hal ve şartta demokrasiye sahip çıkılacağı mesajının kararlı bir şekilde ilân edilmesiyle verilmeliydi.
Demokrasi mücadelesi zaaf kaldırmaz. Pusuda bekleyen mütegallibe tarafından “çaresizlik ve yılgınlık” olarak algılanmaya müsait tavırlarla da demokrasi savunulamaz. Bunun için, dolduruşa gelmeyen ve provokasyonlara kapılmayan sakin bir kararlılığa ve geniş istişarelerle oluşturulmuş akılcı stratejilerin takibine ihtiyaç var.
Başbakanın son söylemleri ne yazık ki bu açıdan da problemli. Öyle ki, özgürlükler noktasında yakın zamana kadar yanında yer alan ve hele şu anda desteğinin devamı büyük önem taşıyan bazı kesimleri dahi durduk yere karşısına alarak, gereksiz şekilde cepheyi genişletiyor.
Öfkenin de bir hitabet sanatı olup olmadığı, tartışmaya açık bir konu. Herşeyden önce, sorunların çözümü için hitabet sanatından ziyade ortak aklın rehberliğinde yürütülen icraata ihtiyaç var. İkincisi, aklın ve istişarenin kontrolü dışındaki öfke tezahürleri fayda değil, zarar verir.
Mâlûm, öfkeyle kalkan zararla oturur. Başbakanın kontrolsüz öfkesi ise herkese zarar verir.
16.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|