Mersin’li kezzapçı irticacı değil, şakacı çıktı. Tabiî ki ağır romanda olduğu gibi onun yaptığı münasebetsiz ağır bir şaka. Affedilebilir tarafı yok. Ama neyse ki kaos dalgasının bir parçası değilmiş ve kezzapçı, kezzapların göstermek istedikleri gibi başörtüsü meselesinin bir parçası değilmiş. Halbuki bir takım muhalefet parti liderlerine bakılacak olursa kezzapçıdan kezzap (aşırı yalancılık) türetmek istemişlerdi. Bazı şakacılar da İstanbul’da durduk yerde kapılara ‘Allah’ ismi yazmaya başlamışlar. Herhalde bu da postmodern bir ‘Şeriat kalkışması’ olsa gerek. İşte bunları tasdik edenler ya kezzapçılardan medet uman kezzaplar ya da tedaviye muhtaç paranoyaklar. Artık gerilim ve kutuplaşma diye bayatın bayatı numaralara bilmem kaçıncı kez tevessül ediyorlar. Ama yine hüsrandalar. Böylelikle halkı değil de aslında askerî çevreleri kendilerine angaje etmeye ve onları tahrik etmeye çalışıyorlar. Yoksa halkın kışkırtmalara prim vermeyeceğini ve kanmayacağını ve amiyane tabirle karnının buna tok olduğunu biliyorlar. Kendi heveslerini tatmin etmek için orduyu kullanmak ve halkı kurban etmek istiyorlar. Lâkin oynadıkları oyun tehlikeli ve sonu çıkmaz bir oyun. Hem karşı devrimden söz edeceksiniz, hem de darağacı göstereceksiniz. Buna göre, Adnan Menderes de karşı devrimci olmuş oluyor. Her neyse...
Yine bu Mersinli kezzapçının peşine takılan kezzaplar oldu. Onlar da bu vesile ile orduyu kaşımaya kalkışıyorlar. Ülke elden gidiyor havası pompalamak istiyorlar. Başbakan Erdoğan belediye başkanlığından bu güne neler değiştiğini sorması üzerine Baykal yine felâket tellâllığına soyunmuştu ‘Hâlâ görmedin mi nelerin değiştiğini? Bunu bacağına kezzap dökülen kızların analarına sor’ diyor. Mersin’li çiftçi Mustafa Kemal Öncel’e başbakanın ‘Ananı da al git’ dedikten sonra bu meseleye de maalesef yine analar alet edildi. Ana ortada yok, ama babası kezzapçı oğlunun camiyle cemaatle bir ilişkisinin olmadığını ve Cumaya bile gitmediğini söylüyor. Ona mı inanalım yoksa, Baykal efendiye mi?
***
Baykal: “Acaba bunun Türkiye’de bir süredir yaşanan kutuplaşma ile ilgisi var mı yok mu? Türkiye’de kaotik bir ortam şekilleniyor diyenler bunu kastetmiyor muydu? Bu tepkileri doğal karşılayacak bir ortamı oluşturmadık mı?” diye soruyor. Sormakta haklı, ama cevabını vermek daha ziyade kendisine düşüyor. Yasakçılığı sosyal barış olarak takdim edersen ve millete hürriyet vermeyi kendi hürriyetinin kısılması olarak addedersen millet serbestî istedikçe sana göre gerilim tabiî ki olur. Bunu şeddeli hâle getirmek isteyen birileri de veya bazı meczuplar da çıkar durumdan vazife çıkartarak kezip/yalan denizine, daha da tutuşması için kezzap dökerler. Nitekim öyle de olmaktadır.
***
Dolayısıyla kezzapçıya değil kezzaplara bakmak lâzımdır. Biz masonluk tarihçesinden Cemaleddin Afgani, Şeyhülislâm Musa Kâzım gibi insanların da bir dönem masonluğa girdiğini biliyoruz. Bununla birlikte kimileri beyaz tarihi kirletmek pahasına, Cemaleddin Afgani’nin amansız hasmı Şeyhülislâm Mustafa Sabri’nin ismini de mason listesine geçirdiler. Bunlar onun ağzından Bediüzzaman’a da bir reddiye kaleme almışlar daha doğrusu uydurmuşlardı. Ne onun masonluğunu bırakmış ne de Akif’in mason hâmilerini! Abbas Halim Paşa’nın masonluk iddiasından yola çıkarak onun himayegerdesi olan Mehmet Akif Ersoy’u da tezyif etmek istemişlerdir. Masonluğa onu da bir şekilde bulaştırmak istiyorlar. Zaten daha önceki yazılarında onun Mısır’a zevk almak ve zevzeklik yapmak için gittiğini yoksa Mısır’daki ikametinin dinî bir amaç taşımadığını söyleyecektir. O mücerret ruh timsali dâvâ adamı ve asrımızın en büyük ideal tiplerinden olan Akif için hedonist tiplemesi yapıyor ve ona hedonist bir portre çiziyorlar. Bu onu, manevî olarak öldürmek ve yok etmektir.
Soner Yalçın gibilerin hep yaptıkları bu. Onlar nazarında, insanlar ya belden aşağısını ya da midelerini düşünürler. Onların kalpleri ve fikirleri yoktur. Hep yaptığı iş tezyif: Dinî liderleri dönme, dindarlığı da masonik gösterme çabasıdır. Aynısını kimi Batılı yazarlar İslâm’ın kökenini Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa irca ederek onu çalıntı ve buluntu göstererek yapmıyorlar mı?
Bu modern simyacılıktır ve bunun falcılık veya ortaçağdaki cadıcılıktan farkı yoktur.
Güya mason Şeyhülislâm Musa Kâzım başörtüsünü savunduğu için Soner Yalçın başörtüsünü neredeyse masonluk sembolü olarak takdim edecek. Bunu ‘Başörtüsü rahibe kıyafetidir’ diyen Yaşar Nuri Öztürk’e sorsun. Zira bu mantıktan yola çıkacak olursak başörtüsünü İslâm dışı bir adet olarak telâkki eden Yaşar Nuri neden başörtüsünü sembol edinen masonlarla kol kola? Partisi içinde önemli masonlar var. Meselâ Mustafa Ağaoğlu. Başörtüsü redcisi Yaşar Nuri sürekli mason kulüplerinin alt sınıfını temsil ve teşkil eden Lions veya Rotary kulüplerinde konferanslar vermiyor mu? Yani Yaşar Nuri ve onlarla ilişkileri aslında tam da Soner Yalçın’ın Musa Kâzım üzerinden ispat etmek istediğini tekzip ve nakz etmiyor mu? Türkiye’de Çanakkale Savaşının akabinde çarşafı ilk yasaklayan oligarşik zümre İttihatçılar değil miydi? Dolayısıyla Musa Kâzım Efendi de bu cereyan içindeydi. O başörtüsünü masonluğun değil İslâmın bir gereği olarak savunmuştur. Masonluğun başörtüsüne dost olmadığının bir delili ve kuvvetli bir kanıtı da ‘Mason İslâmcı lider’ dediği Cemaleddin Afgani’nin başörtüsü hakkındaki esnek tutumudur.
19.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|