Nasıl tarif etmek gerekir bilemiyorum, ama ‘millete rağmen millet için’ anlayışının temsilcileri ‘umut’larını ‘kökten’ kaybetmişler. Hem öyle bir kaybetmişler ki, bu acı gerçeği birbirlerine itiraf etmekten de geri kalmıyorlar.
Ortada bir gerçek var: Milletimiz, İslâm ile müşerref olup tanıştıktan sonra mümkün olduğunca ‘tam dindar’ olmuş ve öyle de yaşamaya başlamış. Aradan geçen bunca yıla rağmen bu milletin “İslâma bayraktar olması” neticesi pek değişmemiş. Bunu da ihlâs ile, samimiyet ile yapmış ve inşallah yapmaya da devam edecek.
Ancak, milletin bu tercihinden memnun olmayanlar da her daim var olmuş, birileri; milletin inancıyla uğraşmayı marifet zannetmiş ve öyle de icraatlar sergilemiştir. Bilindiği üzere, ‘millete rağmen millet için’ anlayışı bilhassa ‘tek parti devri’nde kendisini hissettirmiş, inkâr edilmeye çalışılsa da o dönemde ‘inanç’larla uğraşılmıştır. Bu uğraşmanın en bilinen örneği, ‘Ezan-ı Muhammediye’nin aslî şekliyle okunmasının yasaklanmış olmasıdır. Uğraşmanın tek örneği elbette bu değil, ancak çok çarpıcı ve garip bir uygulama olduğu için bunu hatırlatmak istedik...
İşte, uzun yıllar milletin dinî değerlerinden koparılması için gayret sarf eden anlayışın, sonunda bunu başaramadığına şahit olmaktayız. Elbette konumuz bir kişinin itirafı değil, ancak bu itirafın bir gösterge olabileceğini düşünüyoruz.
Sabah yazarı Hıncal Uluç, “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusuna karşılık, özetle; “Bu memleket bitti, benim hiç umudum kalmadı” demiş. (Hürriyet Pazar eki, 17 Şubat 2008)
Aslında bu tesbiti bir kişinin değil, bir anlayışın iflâsı şeklinde anlamak lâzım. Birilerine göre “Bu memleket bitti,” ama milletin kanaati daha farklı. Mesele, bakış açısından kaynaklanıyor. Şükürler olsun ki, yıllar önce atılan ‘nur tohumları’ zamanımızda sümbül vermek üzere. Dolayısıyla millet ekseriyeti için bu memleket bitmedi ve inşallah hiç bitmeyecek. İnsanların, yaradılışı gereği ‘din’e sığınmasını ‘memleketin bitmesi’ şeklinde anlamak, hadiseye doğru teşhis koyamamak anlamına gelir. Bazıları ‘ölüm’ü de ‘yok oluş’ olarak görür, ama inananlar için ‘ölüm’ de son değil, ‘başlangıç’tır.
Bu itiraf ‘insan bilmediği şeye düşman olur’ tesbitinin doğruluğunu da tasdik etmiş oluyor. Niçin millet ekseriyeti için ‘iyi’ olan gelişmeler, birileri için ‘bitiş’ olarak anlaşılıyor? Eğer gerçekleri bilmiş olsalar, Türkiye’nin gidişinden endişeye kapılırlar mıydı? Hiç sanmıyoruz. Dolayısı ile, sadece yurt dışında olanlara değil, ‘komşularımız’a da ‘doğru İslâmı ve İslâmiyete lâyık doğruluğu’ anlatmak, göstermek ve fiilerimizde ortaya koyma gereği var.
Çünkü, Türkiye’nin gidişatından endişe edenlere, “Yahu, sizin ürktüğünüz inançlı insanlar mı, İslâm mı?” diye sorsanız, mutlaka “Hayır” diyecekler. Nitekim, bu endişelerini dile getiren yazar, “Din başka bir şey. Dağın tepesinden kartopunu yuvarladığın zaman, nerede duracağı ve kimi ezeceği belli olmaz” demiş. (agg.)
Doğru, ‘din başka bir şey’ ama kesin olan bir şey var: İslâm, korkulacak bir din değil! Bunu anlatmak da ‘Said’lere düşüyor...
Birilerinin aksine milletimiz ünitvardır. Çünkü, “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır” müjdesinin tahakkuk edeceğine inanıyor...
19.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|