Kuraklık zamanlarında yağmur duâlarını duyuyorduk, ama kar duâsını duymamıştık. İstanbul Valisi Muammer Güler, “Hep beraber duâ edelim, İstanbul’a hızlı kar yağsın. Daha sonrasını düşünürüz” demiş. (1) Evet çare yok, aczi beşeri başka ne yapabilir ki? Demek halisane yapılan duâlar hürmetine aylardır beklediğimiz kar nihayet İstanbul’a da gönderildi.
Başta çocuklar olarak herkes sevindi. Çocuklar diyorum, daha önce bu sütunlarda ‘duman avcısı’ olarak tanıttığım yeğenim Mahmut Cemal, babasına kendisine kar göstermesi için ağlıyormuş. ‘Kar’ı çocukların çok sevmesi belki de onlar gibi temiz olmasından mıdır? “Ve keza bulut ve arz arasında cereyan eden su alış verişine bakınız ki, arz suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikasında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor.” (2) “Karı hep baridane ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o barid tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi neticeler vardır ki, tarif edilmez.” (3) Bugünün kimi şehir çocukları ‘kar’a temas edemeden büyüyorlar. Çünkü o ‘beyaz’a insanların “bulaşık eli” engel olmaktadır. Gerçi sadece çocuklar değil, bir yapay oluşum olan şehirlerde normal insanlar da etkilenmektedir. Hopa’dan İstanbul’a iş icabı taşınmak zorunda kalan bir arkadaşım; “İstanbul’da gök gürültüsü olmaz mı?” diye sordu. Belli ki fındık bahçeleri içindeki evini özlediği gibi, gök gürültüsünü de özlemiş. Ne yazık ki köyüne dönmeden evinin bahçesindeki ağaçların dallarındaki kuş sesini duyamadığı gibi, gök gürültüsünü de duyamayacak. Hem araçların ekzos gürültüleri varken nene lâzım sana gök gürültüsü?
Şehirlerin nüfus yoğunluğundan dolayı bacalardan çıkan sıcaklık, yaygan ‘kar’ı yere inmeden suya dönüştürüyor. Beton binalar yaz aylarında dahi şehir sıcaklığını bir kaç derece arttırmaktadır. Böylece insan, kendi eliyle kendisine zarar vermiş oluyor. Evet sünnetteki yapılanma dikey yerine yatay olması gerekir. Bir hadisi şeriflerinde Peygamberimiz, (asm) “Evinin damını yüksek yapma, komşunun rüzgârına engel olursun” diye buyurmuştur. Binaların çarpıklığı hava sirkülasyonunu da engellemektedir. Nitekim bu konu ile ilgili olarak, “İstanbul’u kurutan gökdelenler mi?” başlıklı bir haber vardı. (Vatan, 16 Şubat 2008)
Meteoroloji yüksek mühendisi Gökhan Abur’un şu görüşlerine yer veriliyordu: “İstanbul’da iki hakim rüzgâr vardır. Lodos ve poyraz. Yapılaşmadaki dengesizlik sebebiyle boğaz hattı boyunca kuzey ve doğu kesimleri etkilenecektir. Eskiden Maslak en çok kar yağışı olan yerlerden biriydi, hiç sis olmazdı. Şimdi durum tam tersi. Sebep bu yükseklikleri ve yapı şekilleri birbirinden bağımsız ve dengesiz gökdelenlerin rüzgâr sirkülasyonunu engellemesi. Şehirleri en çok etkileyen rüzgârlar lodos ve poyraz gibi yüzey rüzgârlarıdır. Bu rüzgârlar gökdelenlerin yüzeyine çarpıyor ve tırmanıyor: 9 kat hız alan rüzgârlar aynı hızla yapıların tepesine vardığında yere iniyor ve soğuk artıyor: Şu anda ilk etapta boğaz ve çevresiyle Anadolu yakasını etkileyecektir” demektedir.
Rahat bir nefes almak için yoğunluğu azaltmak ve yatay yapılanmaya geçmek gerekmektedir. Yoksa insanlık kendi yaptığı binaların ağırlığı altında hem ruhu hem de bedeni ezilmeye devam edecektir.
Dipnotlar:
1- Yeni Asya, 17 Şubat 2008;
2- Mesnevî-i Nuriye, s.17;
3- Sözler, s, 211
18.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|