Hürriyetin tarifi genellikle şöyledir: “Benim hürriyetimin bittiği yerde başkalarının hürriyeti başlar.’ Şimdi bu tarif de demode oldu. Eski köye yeni adet geldi. Bu kaziyye-i muhkeme değişmiş ve tersyüz ve altüst olmuş vaziyette. Aynen Safinaz Kâzım’ın yazdığı gibi eski tanım yerini, ‘Benim hürriyetim başkalarının hürriyetini bastırmaktır...” anlayışına terk etmiştir. Lübnan’da yayınlanan el-Aman gazetesinin alıntıladığı gibi Safinaz Kâzım şöyle yazmaktadır: İlmaniyyu Türkiye: Hürriyetuna hiye kahri’l aher...” Yani Türkiye’deki kimi laik çevrelerin hürriyet anlayışı şudur: Bizim hürriyetimiz başkalarının hürriyetini bastırmaktır... Yani tez değil anti tez. Devrim değil karşı devrim. Peki dışarıdan bakan birisi bu yargısında haksız mı? Ne gezer! Haksız olmadığını Hürriyet’in manşetinden izleyebiliriz: “411 el kaosa kaldırıldı...”
Sami Selçuk’un ifadesiyle başörtüsüyle ilgili aslında var olmayan ve sanal olan yasağı hem de çoğunluk tarafından kaldırılması, ‘çoğunluk despotizmi’ oluyornuş... Gel de bu işe şaşma ve aklını peynir ekmekle yeme. Bu yargı hakkında ne denebilir? Olsa olsa Ankara mezhebinin mugalata kolu veya meşrebi denebilir. Hasan Cemal gibilerin eleştirdiği bu yargı aslında Karakuşi bir yargı. Belki yeniler bilmezler, Karakuşi yargısı şudur: Selahaddin Eyyübi’nin veziri olan hazretle ilgili doğru yanlış bir sürü fıkra ve hikâye uydurulmuş ve bunlar Arap dünyasında darb-ı mesel haline gelmiştir. Bekri Mustafa gibi. Sözgelimi Karakuşi yargısına bir örnek şudur; Çiftleşen hayvanların zina etti diye kırbaçlanması. Yani insana mahsus olan şer’i hükümlerin hayvana da tatbik edilmesi.
Aslı olmayan yasakların kaldırılmasının çoğunluk despotizmi olduğuna dair Karakuşi yargıyı meğerse Fransız Masonları da paylaşıyormuş. Maşrık-ı A’zam’ın üstad-ı azamları aynen Ertuğrul Bey gibi düşünüyorlarmış. Onlara göre de çoğunluk demokrasiye karşı olabilirmiş. Öyleyse onların anladığı demokrasi azınlık rejimidir. Bu durumda Abdulhamid İbrahimi’nin tesbit ve teşhisini nasıl hatırlamayalım: Bugün bir çok ülkenin iktidar dümeninde jakobenler yani ideolojik azınlık mensupları vardır. Masonlar da işte bu ideolojik azınlık mensuplarındandır. Bu vesile ile başörtüsü yasağının ‘üstad’larını da bilvesile öğrenmiş olduk. Mason biraderler Celal Şengör gibi düşünüyorlar. Sadece bizde değil Fransa gibi ülkelerde de başörtüsünün ilim irfan yuvalarında yasak olması gerektiğini düşünüyorlar. Onlar da Fatih Hilmioğlu gibi düşünüyorlar. Değil 411, 555 bile olsa nafile. Gam değil.. ‘Yasak dedikse yasaktır hemşerim’. Hürriyeti ancak ideolojik azınlık temsil ve tayin eder. Maşrık-ı A’zam’ın Üstad-ı A’zam’ı olan Jean-Michael Quillardet şunları söyleyecektir: “Üniversitelerde kimliklerin temsil ve izhar edilmesine katiyetle karşıyım. Orası gelişme, bilgi ve değişmenin adresi, yuvası ve ocağıdır...”
Yani masonların gözünde bilim tapınakları. Aynı kanıyı Fransız masonları da paylaşıyormuş. Ya Baykal, Özkök ve benzerleri gibi bizimkiler de Fransız Farmasonları ile aynı telden çalıyorlar ya da onlar bizimkilerle aynı frakanstalar. Var bir bit yeniği ama ne! Üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması çoğunluk tarafından dahi alınmış olsa bunun demokrasiyle çatıştığını düşünüyorlar. Ve başörtüsü hürriyetini ve serbestisini destekleyen kesimlerin de çoğunluk dahi olsalar haksız olduklarını dermeyan ediyorlar. Böylece sadece hürriyetin değil demokrasinin de tanımını yapıyor ve tepetaklak ediyorlar. Masonik düzende demekki hüriyet ve demokrasi tek yanlı. Kriterlerini çoğunluk değil azınlık ve masonik gelenek belirliyor ve tayin eder. Bu kadarını da bilmiyorduk.
***
Ama bu kadar da değil, onlar laiklik nokta-i nazarından sadece dinin alanını değil neyin dini olup olmadığını da tayin ediyorlar. Bu anlayış Nevzat Tandoğan anlayışıdır. Masonlar aynen Zekeriya Beyaz, Şahin Filiz, Osman Zümrüt veya Ethem Ruhi Fığlalı veya Ruhat Mengi gibi başörtüsünün temellerinin İslâmda da olmadığını söylüyorlar. İslamın ne olup olmadığını yine tayin ediyor. Bu hususta Başbakanın yaptığı gibi Diyanet’e sormak laikliğe aykırı düşüyor. Ama İslâmda olduğu halde olmadığını söylemek laikliğin bir iktizası oluyor. Bir gerçek bu kadar tersyüz edilemez. Fakat bu vesile yaşadığımız dünyanın gerçeklerine de vakıf olmaktayız. Masonluk veya zındıka komitesi veya cereyanı sadece İslâma veya umde ve prensiplerine karşı değil. Bütün dinlere de karşı. Demokrasinin tarifini onlar yaptığı gibi dine karşı oldukları halde yine de dinin tarifini onlar yapıyorlar. Demek ki kendilerini bu kadar güçlü ve zinde hissediyorlar. ‘Avrupa’nın kültürü, köklerini Hıristiyanlıktan alıyor’ dediği için Barroso’ya da takmışlar ve ona haddini bildirmeye karar vermişler. Onlar Avrupa kültürünün köklerini sadece Aydınlanmadan aldığını düşünüyorlar. Barroso’ya bu gerçeği öğreteceklermiş. Bu bana Fahreddin-i Razi ile Kerramiye arasında geçen bir sürtüşmeyi hatırlattı. Razi, bir nev’î haşeviye olan yani aklı devredışı bırakan Kerramiye’yi eleştirmektedir. Ve onlar hakkında eleştirileri sıralamaktadır ama bu konudaki vaaz veya hutbesini vakit darlığından öteki haftaya devreder. Öteki hafta önsaflarda pür silahlı ve de kararlı Kerramiye taifesinin fedailerini görünce bu konudaki konuşmasını iptal etmiş ve silâhları ve gücü kastederek ‘nice bürhanlar gördüm’ diyerek ‘selamet derkenerarest’ demiştir.
***
Masonlar da demokrasi adına demokrasiyi akıl adına aklı iptal ediyorlar. Maalesef devirdikleri köhne skolastik anlayışın yerine bugün kendileri geçmiş durumdalar. Kendileri de böylece neoskolastik akım olmuş oluyorlar. Çünkü tuttukları yol akla ziyan bir yoldur. Çünkü mimar dedikleri yerin ve göğün yaratıcısı yerine, mamuru yani halık yerine mahluku ikame etmekte ve ilimi, alimin yerine geçirmektedirler. Bu kendilerini ilgilendirse de başkalarına da hayat hakkı tanımak istemiyorlar. ‘Benim hürriyetim başkalarının hürriyetini bastırmaktır’ dedikleri için de bu tutumları ister istemez bizi de ilgilendiriyor. Yoksa gölge etmeseler ne halleri varsa görsünler.
18.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|