Son sıralarda Türkiye’de baş açma merasimleri yaşanmaya başlandı. CHP’ye paralel simalardan biri olan Tuncay Özkan geçenlerde böyle bir merasim icra etti. Yaşlı bir kadını kürsüye dâvet ederek milletin huzurunda başını açtırdı. Merasimin tek eksiği, ‘aç aç’ temposu ve tezahüratlarının olmamasıydı. Sıhhiye Meydanında kalabalıkların huzurunda Tuncay Özkan’ın yaptığına ne demeli? Bu neyin göstergesi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kadının başının zorla açtırıldığını söyledi. Aslında bu tasvir dakik değil. Kadına kimse başını zorla açtıramaz. Ama ortada çok yönlü bir şikenin olduğu da aşikâr. Olayın kahramanı Naile Aksoy besbelli ki gönüllü bir denek. Zaten gelenek ve anane olarak taktığı başörtüsünü böyle bir merasime kurban etmeye dünden hazır ve razı bir hanımımız. Nedense başbakana da böyleleri çatıyor. Başbakanın başının belâlıları nedense hep Mersin’den çıkıyor. ‘Anamızı ağlattınız’ diyen Mersinli çiftçi Mustafa Kemal Öncel’e Başbakan: “Lan artistlik yapma! Ananı da al git buradan. İyi bir san'atçısın” diye hitap etmişti.
İkinci vak’adaki Naile Aksoy da Mustafa Kemal Öncel’in hemşehrisi. Başbakanın konuşması olayın şokuyla yapılmış ilk değerlendirmeler. Hâliyle ölçülüp biçilmeden sarfedilen kalıba girmeyen ifadeler. Aceleyle, tehalükle söylenmiş sözler. Lâkin bayan da Tuncay Özkan’ın yüzünü kara çıkarmamış ve ondan daha ateşli bir biçimde kendisine biçilen rolü fevkalâde bir maharet ve yetenekle oynamıştı. Üstelik demişti ki, “Ben başımı kendi irademle açtım. Bir ana olarak öğüt veriyorum. Başbakan, Menderes’i unutmasın...” Açıp açmayacağını paşa gönlü bilir, ama iş o kadar masumâne değil. Açma kampanyasına alet olduğu gibi, başbakana karşı, sanki muayyen mihrakların militanı gibi hitap ediyor. Başbakan bu olaydan sonra şöyle konuşmuştu: “...Onun başından başörtüsünü çekip çıkartmayı hangi insanî anlayışla bağdaştırıyorsunuz?”
Bunun üzerine Tuncay Özkan’ın meşrebinden olduğu açıkça belli olan Naile Hanım şöyle konuşacaktır: “Başbakan saptırmasın. Ben kendi inancımla, Atatürk’e olan inancımla başörtüsünü çıkardım. Benim başımdaki başörtüsü, onlarınki türban. Benim başörtümle uğraşmasın. Tuncay’ı suçlamasın, ben başımı kendim açtım. Bunlar dini istismar ediyorlar. Bir ana olarak öğüt veriyorum. Başbakan, Menderes’i unutmasın. Milleti rahat bıraksın. Türkiye’yi bu türbandan kurtarsın...”
Teyze iyi hoş konuşmuş da, biraz saded dışına düşmüş. Zira bildiğimiz kadarıyla Tuncay Özkan ve CHP’liler zaten Anadolu kadınının başörtüsüne ilişmiyorlar ve sahip çıkıyorlar—kendi ifadeleriyle—bir alıp veremedikleri yok. Onların derdi, güya türbanla, ama nasıl olduysa türban yerine yine başörtüsünü açtırdılar. Galiba kendi deyimleriyle, türbanlı bir konu mankeni bulamayınca, eldekiyle idare etmişler. Onlar türbanı çıkartacağız derken, yine halt ettiler ve baltayı taşa vurdular ve başörtüsünü çıkardılar ve ters köşeye yattılar. Yüzlerine gözlerine bulaştırmak diye herhâlde buna derler. Çarşaflı provokasyon beklenirken böylesi de yine baş göz üstüne.
***
Maalesef bu tarz ‘aç, aç’ merasimleri sadece Türkiye’ye özgü değil. Arap âlemi de bu kampanyalardan nasipdar olmuş. Şarku’l Avsat yazarlarından Halit Kıştini, 7/2/2008 tarihli ‘Eyyamu nez’il’l hicap/başörtüsünü açma günleri’ başlıklı makalesini bu konuya hasretmiş, ayırmış. Halid Kıştini de Osman Şirin gibi ‘o mesut günler’in hasretiyle yanıp tutuşuyor mu nedir bilinmez ama günümüzdeki baş örtme veya kapama tutkusu yerine Irak’ta ve bahusus Bağdat’ta 1940’lı ve 50’li yıllarda baş açma merasimlerinin yaşandığını yazıyor. Bu çığırı Mısır’da Hüda Şaravi açmıştı. Demek ki kendi ideolojleri açısından Osman Şirin ile Tuncay Özkan ters günlerde dünyaya gelmişler. Talihlerine küssünler. O sıralarda Irak’ta Tuncay Özkan gibi yol başlarını tutmuş ve ikna odacıları gibi görev yapan kimileri A’zamiye veya benzeri semtlerde başörtüsü avcılığı yapmaktadırlar. Ve baş açma merasimleri genellikle okul önlerinde icra edilir. Naile Teyze gibi baş açma imtihanını başarıyla tamamlayanlar kuvvetli bir alkış eşliğinde kutlanırmış.
Doğrusu, şimdi buna modern günlerde ‘cesaret’ diyorlar. Bu cesareti gösterenlere aslında cesaret madalyası da verilmeli. Başlarını açanlar şu zamanımızda cenaze merasimlerinde alkış alan tabutlar gibi alkışlara boğulurmuş. Açılanları tebrik yağmuruna tutar ve şöyle derlermiş: “Yaşa Fatıma”, “Tebrikler Semire”. Ve bunu yapanlar öpücüklere ve iltifatlara nail olurmuş. Naile teyze gibi... Galiba Tuncay Özkan’ın merasiminde bu boyut natamam kaldı.
Kız çocukları iki mahalle baskısı altında kalırlarmış. Evde aile muhafazakâr ve kızlarının açılıp saçılmasını istemiyor. Okulda da ‘aç aç’ mızıkacıları var. Bundan dolayı iki baskı arasında basınca yakalanan kızlar evlerine yaklaşınca daha önce çantalarına koydukları eşarpları çıkarır ve sessizce yeniden takarlarmış. Türkiye’deki bazı kızların, ‘musluğa döndük’ demeleri gibi onlarda musluğa dönmüşler: “Aç-kapa Artema...”
Demek ki, Şerif Mardin’in keşfiyatından önce mahalle baskısı her devirde cari imiş. Bazen evden sokağa doğru bazen de sokaktan eve doğru vaziyette. Bazen de bıçkın delikanlılar kızları bu iki arada bir derede kalma hâlinden azad etmek, kurtarmak için hafiyeler gibi sıkıştırır ve çantalarını açmalarını ve içindekini görmek isterlermiş.
***
Öğretmenler için durum daha da ağır ve çekilmez imiş. Ve bir çocuk veya çocuklar öğretmenlerinden başlarını açmasını isteseler, öğretmenin durumu, tavrı ve hissiyatı nice olabilir, siz tasavvur buyurun! İşte hem şair, hem de edebiyatçı Atike Vehbi Hazreci bu kahramanlardan biridir. Okul çevresinde hakkında bahse tutuşanlar olmuş: Acaba Hazreci başını ne zaman açacak diye. Sonunda, ‘kötü haber tez duyulur’ hesabı Atike’nin merasimle başını açacağı duyulmuş ve o beklenen gün gelip çattığında sabahtan okulun kapısına mahşeri bir kalabalık birikmiş. O güne erişen ve yetişen öğrencilerden birisi o gün yaşanan tabloyu şöyle hikâye etmekte: Öğrenciler hınca hınç okulun kapısının önüne yığıldılar. Herkes Atike’nin açılma hâlini görmek istiyor. Ve onu bu şekilde bekleyenler sonunda hüsrana uğramadılar ve muradlarına erdiler. Atike Vehbi Hazreci dış kıyafetini üzerinden atmış ve modern ve güzel fistanıyla birlikte okulun kapısında belirmişti. Bir şuh meclise gelse havasında içeriye doğru süzülmektedir. Öğrenciler nefeslerini tutmuşlardır ve etrafta birden alkış tufanı kopar. Sadece açılmakla kalmamış aynı zamanda başına tayyör de geçirmiştir. Tuncay’ın yaptığı onun yanında çok sönük kalır. Galiba bunu Osman Şirin beyle birlikte bir kez daha yaşamayı çok isteyecek ve bekleyecekler. Bence nostaljisiyle idare etsinler...
17.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|