Malûm…
Mehmed Âkif 1873’de, İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel semtinde doğdu.
İçinde bulunduğumuz 2008’den 1873’ü çıkartınca 135 kalıyor ki… Bu da Mehmed Âkif merhumun yaşını ortaya koyuyor!
Evet… Bu yıl, 2008 yılı, Mehmed Âkif’in doğumunun 135. yılı.
Daha İstiklâl Marşı’mızın kabul tarihi olan 12 Mart’ların yıldönümünün resmî kutlamalara, başta D. Mehmet Doğan ağabey olmak üzere birkaç kişinin yılmayan uğraşları sonucu ancak geçen yıl eklendiğini hatırlayınca…
Toplum olarak “örnek insan” aradığımız ortamlarda, Mehmed Âkif gibi tepeden tırnağa her alanda “örnek” bir insanı toplumun gözünün önünden çekmek isteyenlere inat, her fırsatta onu daha geniş anlamda tanıtacak bütün fırsatları kullanmamız gerektiğini düşünüyorum…
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra bir konuya temas etmek, sizleri biraz düşündürtmek istiyorum…
Cümlemizin malûmu ki; meclisini açmış, millî mücadelesini büyük bir azimle başlatan milletin bir İstiklâl Marşı olmalıydı…
Çeşitli görüşmeler, değerlendirmeler sonrasında Maarif Vekâleti’nin bu işi üstlenmesine karar verildi. Ayrıca Büyük Millet Meclisi’nde güfteleri inceleyecek bir komisyon kuruldu.
Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Kâzım Nami Duru’nun bu hususta hazırladığı 18 Eylül 1920 tarihli genelge Millî Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur’un imzasıyla vilayetlere ve okullara gönderildi. “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine” başlığı ile de genelgenin bir sureti ilân olarak yayımlandı.
Maarif Vekâleti’nin bu gaye ile memleketin bütün şairlerini bir marş güftesi yazmaya dâvet ettiği bu ilânda:
“a. Türk devletinin ebediliğini, Anadolu Millî mücadelesinin ruhunu Türk’ün İstiklâl aşkı ile dile getirecek bir millî marş güftesinin yarışmaya açıldığı.
b. Yarışma sonucunda birinci gelen eserin besteleneceği.
c. Marş güftelerinin 3 ay içinde 21 Aralık 1920 tarihine kadar Ankara’ya Maarif Vekâletine gönderilmesi gerektiği.
d. Yarışmaya katılacakların ad ve adreslerini ayrıca kapalı bir zarfa yazarak güfteleri ile birlikte göndermeleri.
e. Yarışma sonucunda kazanan güfteye 500 lira mükâfat verileceği” bildiriliyordu.
Maarif vekilliği müsabakayı ve şartlarını ilân etmişti. Fakat vekilliğin istediği marşı kim yazacaktı? İstanbul’da kalan şairler, Anadolu’nun o zamanki heyecanı içinde bulunmadıkları için yazamazlardı. Anadolu’da bulunanlar bu heyecanı duyuyorlar ve görüyorlardı, ama gerçekten enerji ve kuvvet oluşturacak bir eser ortaya koyacaklar mıydı? Bu şüpheli görünüyordu.
Fakat bu ilân üzerine kısa denilebilecek bir zaman içerisinde memleketin dört bir yanından vekâlete şiirler gelmeye başladı. Süre bitmiş, yarışmaya 724 eser katılmıştı. İçlerinde kıymet taşıyanlar olmakla birlikte hiçbiri aranan özellikleri tam olarak taşımıyordu.
Özellikle de edebî zevki olan Hamdullah Suphi Bey bunlardan hiçbirisini yeterli görmüyordu. Yani arzu edilen şiir bulunamamıştı.
En önemlisi de yarışmaya katılanlar arasında Âkif’in olmamasıydı.
Bundan sonrasında da; Hasan Basri Çantay ve Hamdullah Suphi’nin ısrarları ve güvenceleri ile son derece zor şiir yazabilen Mehmed Âkif, konulan 500 liralık ödülü almamak kaydıyla 48 saat gibi kısa bir sürede İstiklâl Marşı şiirini yazdı… Mecliste 4 defa okunan bu şiir, ayakta ve göz yaşları içerisinde dinlendi… Salondaki herkesin coşkusu yükselmiş, zafere olan inançları artmıştı…
Bir şiir bir milletin kaderinde ancak bu kadar rol oynayabilirdi!
Şimdi geliyorum, sizleri biraz düşündürtmek istediğim konuya!
Az önce; “İstanbul’da kalan şairler, Anadolu’nun o zamanki heyecanı içinde bulunmadıkları için yazamazlardı.” diye bir cümle geçti…
Bu cümle öylesine okunup geçilecek bir cümle değil!
Sizlere burada edebiyat tarihi dersi vermeye de asla niyetim yok…
İşte tam da o günlerde İstanbul’da bulunan ve; başta güzel kadınlar olmak üzere, ota böceğe hatta sise dumana şiirler yazan şairleri hatırlayın…
O şairlerin, millî marş yazılması için açılan yarışmaya neden katılmamış olabileceklerini düşünün!
İstanbul’un işgal altında bulunduğu o meş’um günlerde Sebilürreşad’ında mücahedesini sürdüren Âkif’in, Mustafa Kemal’den aldığı dâvet üzerine 14 günlük çileli bir yolculukla Ankara’ya gidip oradan da Anadolu yollarına düşüşünü düşünün bir de!
Aradan sadece 3 sene geçer… 23 Nisan 1920- 29 Ekim 1923… Daha sonra 1924 içinde ikinci meclis oluşturulur… Birinci Meclis’in Burdur Mebusu olan Mehmed Âkif yeni mecliste yoktur!
Ama İstanbul’un işgal günlerini İstanbul’da geçiren şairler artık Ankara’ya gelmeye başlamıştır…
Aslında bu nokta üzerinde bol bol düşünmemiz lâzım…
Azerbaycan’ın ve Türk şiirinin büyük ustalarından Bahtiyar Vahapzade’nin; “ Beni şair yapan milletimin derdidir.” diyordu bir söyleşisinde…
Milletinin derdiyle dertlenmek!
Hadi o isimleri tesbit edin… Yan yana isimlerini yazın… Millî Mücadele günlerine denk gelen tarihlerde onlar neler yazmış?
Edebiyat tarihlerimizin çoğunda Âkif’ten geniş yer bulanların da aralarında bulunduğu bu şairlerimiz o günlerde işgal İstanbul’unda nasıl yaşamışlar? Sonraki Ankara günlerinde neler yazmış, bugün bile dillerden düşmeyen hangi marşlara imzalar atmışlar… …
Düşünün, düşünün, düşünün…
Düşünceden korkanlar olabilir…
Ama yine de siz düşünmekten korkmayın dostlar…
Düşünün, düşünün, düşünün!
TEŞEKKÜR: Geçen haftaki yazım üzerine; özellikle taa USA’dan mesaj yollayan sevgili Muhammed Çakır kardeşim başta olmak üzere; internet yoluyla mesaj yollayan, telefonla veya yüz yüze görüşmelerimizde geride kalan yıllardan dolayı kutlayan bütün dostlara teşekkür ediyorum. Moral veren sözleri için şükranlarımı sunuyor, iltifatlarına lâyık olma gayretimin artarak devam edeceğini belirtiyorum bir kere daha… Çok kişi başlangıcın “müvezzi”likten sayılması gerektiğini söylüyor… Desenize yıl sonunda basında 40 yılı devireceğiz… Vay vay vay! Allah utandırmasın…
17.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|