Kimi zaman, “‘Falan ağabey Nur’un birinci talebesi, filan kahramanı, falan kumandanı’ gibi iddialara karşı ne yapmalı? Ki, Risâle-i Nur’da bu tâbirler geçtiğine göre; nasıl bir tutum takınmalı?” diye sorulur.
Birincileri, kumandanları, kahramanları tebrik ile duâ etmeli. Ve ardından da Risâle-i Nur’un prensiplerini uygulamalıdır. Tıpkı, “Tıp fakültesinin birincisi; iktisat bölümünün kahramanı ise falandır” dendiğinde tebrik edip, fakültenin prensiplerine riâyet etmemiz gibi…
Bediüzzaman’ın o talebelerini, “Birinci, kumandan, kahraman, fedakâr, sıddık” diye tavsif etmesinin sebebi; onları tebcildir, tebriktir, teşviktir ve Risâle-i Nur’u anlamada, yaymada onları örnek almaktır. Yoksa, onların şahsî meşrepleri ve düşünceleri peşine takılmak değil. Zira, Bediüzzaman “şeyh, hacı, hoca, efendi, ağabey!” endeksli eğitim ve terbiye sistemini kaldırmış; yerine “kitap, fikir, sistem” endeksli bir model koymuş. Bunu da, bizzat kendisini aradan çıkararak yapmıştır:
* Risâle-i Nur’un bir nev’î müceddit olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar—hâşâ—benim haddim değil, belki tekraren yazdığım gibi, benim hayatım Risâle-i Nur’a bir nev’î çekirdek olabilir. Kur’ân’ın feyziyle, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıyla o çekirdekten Risâle-i Nur’un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlâhî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm, gittim. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîm’in mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risâle-i Nur’a aittir.1
* Ben bir kuru üzüm çubuğu hükmündeyim. Üzümün özellikleri kuru çubuğunda aranmaz.2
* Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.3
* Bu zaman, ehl-i hakîkat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükmeder ve dayanabilir.4
* Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin, şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir.
* Âlem-i İslâmı bir cihette aydınlatacak ve kudsî bir dehanın nurları olan bir vazife-i îmâniye, bîçare, zayıf, mağlûp, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu şahıs ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa, o yük düşer, dağılır.5
* Hakikat ise, tercüman bir derece telif itibarıyla, o şahs-ı manevîye bir mümessili olmak itibarıyladır. Yoksa hakkım ve haddim değildir ki, ben o kudsî işarete medar olayım...6
* Zaman, şahıs zamanı değil, şahs-ı manevî zamanıdır. Risâle-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı mânevî var. Ben bir hiçim; Risâle-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Kur’ân’dan süzülmüştür. Şeref ve güzellik, Kur’ân’ındır. Şahsımla Risâle-i Nur iltibas edilmiş; meziyet Risâle-i Nur’a aittir.
* Yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binâen, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîm’den bana ilâç ve tiryakları ihsan etti. Ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de, Risâle-i Nur’un talebesiyim. Bir risâleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde, yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım.7
* Sözler güzeldirler, hakikattirler, fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerîm’in hakikatinden süzülmüş ışıklardır.8
* Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes yetenekleri ölçüsünde kendi kendine istifade eder.9
Özetlersek; Üstad, kendisini mihenge vurdurduğu gibi; onları da mihenge vururuz. Üstad, kendisini aradan çıkardıysa, biz hangi akla hizmet ederek araya birilerini koyabiliriz ki?
Dipnotlar: 1- Emirdağ Lâhikası,, s. 377.; 2- a.g.e., 376-378.; 3- Kastamonu Lâhikası, s. 8.; 4- Kastamonu Lâhikası, s. 102.; 5- Emirdağ Lâhikası-l, s. 70.; 6- Emirdağ Laâhikası, s. 238.; 7- Tarihçe-i Hayat, s. 605.; 8- Mektubat, s. 358.; 9- Sözler, s. 723.
18.02.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|