Haftalardır süren “türban fırtınası,” anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliklerin Meclisten geçmesini takiben AKP’nin frene basarak YÖK kanununun ek 17. maddesine yapılacak değişikliği beklemeye alması sonrası tedricî bir yatışma sürecine girecek gibi.
Bilindiği gibi, Başbakan parti yönetiminden gelen talepleri de dikkate alarak, iki maddelik anayasa değişikliği paketinin Anayasa Mahkemesine götürülmesi halinde oradan çıkacak karar belli oluncaya kadar YÖK kanununu gündeme getirmeyi düşünmediklerini söylemişti.
Aslında bu, bizim de evvelce 7 Şubat’ta çıkan “Sağduyuya dönüş fırsatı” başlıklı yazımızda dile getirdiğimiz yaklaşımla örtüşen bir karar.
Esasen, anayasa değişikliklerine de gerek yoktu. Ama yapıldı. Hiç değilse, yanlışı daha ileri ve geri dönüşü olmayan noktalara götürmemek için, YÖK değişikliği askıya alınmalıydı.
Anayasa değişiklikleri için dahi iptal kuşkusu varken, baş örtme biçimine tarif getirmeye soyunan bir yasa değişikliğinin âkıbeti daha baştan belliydi. Nasıl görünen köy kılavuz istemezse, bu yasa için verilecek karar da çok açıktı.
Her ne kadar hükümet sözcüleri “Kimse kendisini Anayasa Mahkemesinin yerine koyarak ahkâm kesmesin” diye esip gürleseler de, Anayasa Mahkemesiyle Danıştay’ın “Başörtüsü Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırıdır” diyen içtihadları ortadayken farklı beklentilere girmenin bir mantığı var mı?
Kaldı ki, bunlar bir tarafa, yapılmak istenen düzenleme herşeyden önce mağdurların haklı tepkisiyle karşı karşıya.
Çünkü kılık kıyafet özgürlüğünü üniversitelerle sınırlı tutarken, imam hatipler başta olmak üzere ilk ve ortaöğretim okullarıyla kamu kurumlarda başörtüsü yasağını anayasal bir zeminde kalıcı hale getiriyor.
Ve baş örtme biçimini, sırf askerin itiraz etmeyeceği varsayılan şekle uydurup tektipleştirerek, yeni bir dayatmayı önümüze koyuyor.
Onun için, bu son derece sakıncalı formülün, Anayasa Mahkemesi faktöründen bağımsız olarak, tümüyle gündem dışı kalması gerekiyor.
Öte yandan, anayasa paketinin yüksek mahkemeye gidip gitmeyeceği de henüz belli değil.
10. ve 42. madde değişikliklerinin “türbana vize” sonucu doğurmayacağı, dolayısıyla iptal edilmeyebileceği iddiasını ortaya atan bazı hukukçular—ki bunların başını yine Sabih Kanadoğlu çekiyor—CHP’ye “Hiç boşuna uğraşma, gerek yok” diye akıl vermeye başladılar bile.
Eğer CHP de bu kanaate varır ve iptal dâvâsı açmaktan vazgeçerse ne olur? AKP askıya aldığı YÖK değişikliğini tekrar gündeme getirir mi, yoksa “Anayasa ile sorunu çözdük, diğerine ihtiyaç kalmadı” demeyi mi tercih eder?
Böyle bir durumda, serbestlik uygulaması için YÖK değişikliğini de şart koşan yasakçı rektörlerin tavrında bir farklılık olur mu? Çok zor.
“Çene altı kanunu çıkmazsa peçe ve çarşaf da girer” iddiasına “haklılık” verdirmek için o tür provokasyonlar olur mu? Kuvvetle muhtemel.
Uzun lâfın kısası, yeniden belirsizliklerle dolu sıkıntılı bir sürece giriyoruz. Bu sürecin varacağı yer “Yine başa döndük” durumu mu olur, yoksa yeni ve farklı sürprizlerle de karşılaşır mıyız?
Hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Hayırlısı..
19.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|