Yeni Asya’yı “hususî bir cemaatin” naşir-i efkârı olarak görenler de onu anlayamadılar. Bab-ı Ali’de gözlerini hayata açtığı günden günümüze kadarki nüshalarını inceleyenler, onun daima cihanşümul davrandığını, insaniyetin ve İslâmiyetin naşir-i efkârı olarak mücahedeye başladığını görecekler. Millet, coğrafya, ırk, kültür ve ülke farkı gözetmeksizin Risâle-i Nur’dan aldığı ders ve prensiplerle hayatına devam etmiş. Doğu ve Batı medeniyetlerini tahlilinde, Anadolu’daki Hıristiyan azınlıklar meselesinde, fanatizme kaçmış siyaset kavgalarında ve ehl-i kitap ve ehl-i mektep münasebetlerinde insaniyeti bir bütün olarak kucaklamasındaki başarısı da Bediüzzaman’a aittir Yeni Asya’nın.
Bazen menfaat, bazen korku, bazen enaniyet ve şöhretperestlik ve bazen ırkçılık saikasıyla kendisini taşlayan, rencide eden dindarların da hukuklarını müdafaada geri durmamış. Varlığını insaniyete ve İslâmiyete bayraktar görmüş, mazlûmlarla yürümüş, fakirlerle oturmaktan şeref duymuş ve kulağını–gözünü âlem-i İslâm kalasına gelecek tehlikelere açarak, basiret ve ferasetiyle taarruzları çok önceden haber vermiş. Onun otuz sekiz senelik serencamını sahifelerinde takip edenler, vuku bulmuş meydan savaşlarının haritalarını nitelikleriyle bulabilirler. Hak ve hakikatin yanında, saldırgan Avrupa dinsizliğinden kuvvet alan mülhidlerin karşısındaki zafer sahifeleri, Sahabe-i Kiramın cenk hikâyelerini hatırlatan halaveti taşır.
Bizim neslimizin mektebidir Yeni Asya… O dönemde kalem ve gazete ile tanışanların (sağ kesimin) yüzde doksanı ya Molla Fenari veya Kâzım Gürkan caddesindeki binalarda kurs görmüşlerdir. Zübeyir Gündüzalp’ın teşvikiyle kerametkârane çıkan Yeni Asya doğduğunda, bütün dinî gazeteleri o temsil ediyordu. Kabul etmek zorunda değiller, ama sayıları onlara varan günümüzün dinî cemaat arkaplanlı gazeteleri Yeni Asya’dan doğmuştur. Zemherir kışlarında, dondurucu zindanlarda, kuş uçmaz kervan geçmez menfalarda Anadolu ufuklarında Kur’ân- ı Azimüşşanı dalgalandıran Bediüzzaman’a söz vermiş Yeni Asya da, Üstadının gösterdiği çizgiden ayrılmadı. Örfî idarelerin karşısına tıpkı Üstadı gibi pervasızca çıkmış, zındıkanın oyun ve tuzaklarını başlarına dolamıştı. Yeni Asya’dan doğanlar, Yeni Asya’nın mütevazı şartlarında yürüyemediler… Daha doğrusu; Bediüzzaman ve Risâle-i Nur diye kendilerine bir çerçeve edinmediler. Bazılarının tabiriyle katı prensipler ve Kur’ânî halkalarla hareket alanlarını belirlemediler. Maslahatlar, konjonktürler, ilcaat-ı zamanlar ve bazı sözlerin zamane tevilleri onların önlerini açınca; tirajları yüz binleri buldu… Devletin zirvesindeki ziyafetlere kuruldular… Yeni Asya bunun doğrusunu–eğrisini yabanîler karşısında tartışmaya açmadı… Kökü dışarıdaki cereyanların kuvvetiyle Türkiye efkâr-ı ammesi 12 Eylül mecrasında aktığı zamanlarda da Yeni Asya; sabır, sebat ve teslimiyet içinde Risâle-i Nur çerçevesine sığındı ve Müslümanların yüzakı oldu… Neocon ve neoliberal denilen dehşetli tahripkâr cereyanın sel sularına kapılmış günümüz Türkiye siyasetinde de Yeni Asya yine vakarını muhafaza ile doğru yerde olduğunu ispat ediyor.
Yeni Asya’yı 28 Şubat’a kadar mücadelesinde küçümseyen bir takım dindar medya, 12 Eylül’de olduğu gibi, Talut’un itaatsız askerlerine özenince, dengeler yeniden alabora oldu. Kaderin her on senelik imtihanı bu defa da oldukça şiddetli… Ayneyn Tepesindeki okçulara teşbihte sahabeye hürmetsizlik olmasaydı, düşmanın tuzak olarak ortaya bıraktığı denî dünyaya koşan günümüz dindarlarını benzetecektim. Yeni Asya ne fil eti yiyor, ne yasaklı nehirden yiyip içiyor ve ne de Ayneyn Tepesini terk ediyor. Eğer, zerre kadar, o da diğer bazı medya organları gibi meyletseydi dünyaya, on binleri bulan okuyucuları onu ok yağmuruna çoktan tutarlardı. Zira onlar her gün Risale-i Nur’u okuyorlar ve Bediüzzaman’ı adım adım izliyorlar. Yeni Asya kadar okuyucusuyla bütünleşmiş, onların nazarını her sabah en ince detayına varıncaya kadar üzerinde hisseden bir başka gazete gösteremezsiniz…
İnsan haklarına, demokrasiye ve temel hürriyetlere düşman kabul ettiği Kemalizmin hatalarını yazmaktan bir an geri durmayan, resmî ideolojinin hakim olduğu devletin bir çöpünden bile istifade etmeyen Yeni Asya, bütün bu dış mihraklı ihtilâllere, dahilî münafıklıklara ve dost ateşlerine rağmen, dimdik ayakta durabiliyorsa, üstadı Bediüzzaman’da olduğu gibi, keramat-ı Aleviyye ve Gavsiyenin bir neticesidir… Otuz sekiz yaşına kadar tam sekiz defa hayatına kastedilen Yeni Asya da tıpkı Celâleddin-i Harzemşah gibi düşündü. Cihangir Celâleddin’in yolunu Moğol ve işbirlikçileri her kesişinde, o yeniden koyuldu işe… Hayatı boyunca tam yirmi kez devlet kurmuş Celâleddin… Yeni Asya’nın hiçbir zaman devlet derdi olmadı. Kendi devletlerinin selâmetleri uğruna Yeni Asya’nın hayatına kastedenlerin çoğu, Yeni Asya’nın arkasındaki manevî kuvveti hissederek, hesap mahalline gitmeden mağlûbiyetlerini itiraf ettiler.
Yeni Asya’yı şahıslara bağlayanlar hep kaybettiler. Fertlerden oluşan onun zahirî vitrini, yalnızca karşıtlarını şaşırtmadı, dostları da şaştılar bu işe… Bediüzzaman Hazretleri, bu zamanın başarısını cemaate ve şahs-ı maneviye bağlamıştı. Şahs-ı manevî denilince de; organizeli, yalnızca akla dayanan, komitecilik ruhunu esas alan, aktüel kültürü iyi bilen ve teknolojik yürüyüşe ayak uydurmuş, fakat kalbi olmayan bir topluluk değildi. Allah’a ve ahirete iman merkezli, ihlâsı esas almış, muhabbetle her mü'minle alâkadar, samimî, ciddî, teşrik-i mesaiyi anlamış ve Kur’ân’ın zamanımızdaki biricik tefsiri Risâle-i Nur’u esas almış bir cemaatin şahs-ı manevîsinden bahsetmek istiyoruz.
22.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|