Bir grup üniversiteli genç meydana çıkmış, başörtüsü aleyhinde gûyâ gösteri yapıyor.
Ağızlarından koro halinde iki slogan fışkırıyor: "Türkiye laiktir, laik kalacak!" ve "Şeriata geçit yok!" teranesi...
Benzer türdeki vak'alara, eminim sizler de şahit olmuşsunuzdur.
Bu zavallı bîçareler, esasen laikliğin mânâsını bilmedikleri gibi, şeriatın ne olduğunu da kesinlikle bilmiyorlar.
Ancak, meselâ onlara sorulsa ki "Siz Müslüman mısınız?" diye..
Anında cevap verirler: "Ne demek! Elbette Müslümanız."
Bir de şu husus sorulsa: "Sizin bağlı olduğunuz İslâmiyet ile karşı çıktığınız Şeriat arasında hakikatte herhangi bir farklılık, yahut zıtlık var mıdır?"
Bu esaslı ve can alıcı soruya verecekleri cevap "ık–mık"tan, "kem–küm"den öteye katiyen gitmez, gidemez.
Dolayısıyla, şunu rahatlıkla ifade edebilir ki, hem Müslüman, hem de Şeriata karşı olduğunu bağırıp duranlar:
1) Ya gafildirler.
2) Ya cahildirler.
3) Ya aldatılarak şartlandırılmışlar.
4) Ya da bilerek ve isteyerek düpedüz yalan söylüyorlar.
* * *
Bazıları da var ki, İslâmiyeti bir "semâvî din" olarak biliyor; şeriatı ise, sırf asıp kesmeyi öngören diktacı bir "siyasî rejim"den ibaret zannediyor.
Oysa, İslâmiyetin aynısı olan Şeriatın "yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, âhiret ve fazillettir; yüzde bir nisbeti ise siyasete mütealliktir." (Divân–ı Harb–i Örfî, s. 28)
Üstelik, o yüzde birlik nisbet de, ulûlemirlerin, yani liyâkatli yöneticilerin düşünce ve sorumluluk sahasına girer.
Tarihin Yorumu 22 Şubat 1962
Darbeci Talat ve üç buçuk adamı
Türkiye'nin başkenti Ankara, Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir'in başını çektiği bir askerî darbe girişimine sahne oldu.
Yakın tarihimizin kayıtlarında "22 Şubat Darbesi" ismiyle geçen bu hadise, görünürde iki ana gerekçeye dayandırılıyor: Biri, 27 Mayıs darbecilerinin ordu içinde yapmış oldukları atama ve tutuklama tasarrufu... Diğeri ise, birkaç ay evvel (Ekim 1961) yapılmış olan genel seçim sonucundan duyulan reaksiyoner rahatsızlık.
Evet; sandıktan tekrar Demokrat Partinin devamı mahiyetindeki partilerin ekseriyeti teşkil etmiş olması, ordu içindeki cuntacıları şiddetle rahatsız etmiş durumdaydı.
Dolayısıyla ne yapıp edip–ülkenin başına yeni bir gaile açma pahasına–özellikle Adalet Partisini tepelemek istiyorlardı.
Birinci darbeye af, ikincisine ise idam
Talat Aydemir, 27 Mayıs (1960) İhtilâli olduğunda, görevi icabı Kore'de bulunuyordu. Bir ay sonra ülkeye döner dönmez, MBK tarafından Kurmay Albay rütbesiyle Harp Okulu Komutanlığına atandı.
Komitacı bir karaktere sahip olduğu için, Harbiyelileri kolaylıkla etkileyebildi. Hatta, askeriyenin daha başka ünitelerine de nüfuz ederek, yeni bir ihtilâle hazırlık yaptı.
Siyasette ve askeriyede istemediği gelişmeler yaşandığında ise, derhal harekete geçti ve pekçok generali de ikna ederek darbe sürecini başlattı.
* * *
Aydemir, tabiî ki bu teşebbüsünde başarılı olmadı. Zira, onun hesaba katmadığı çok, ama çok önemli bir husus vardı: O günkü koalisyon hükümetinin başında CHP lideri İsmet Paşa vardı. Bir darbe, onlarsız veya onlara rağmen bu ülkede yapılamazdı.
Nitekim, darbecilerle pazarlığa girişen Başbakan İsmet İnönü, onları dize getirdi ve hareketlerinde başarısız kıldı. Yapılan pazarlık şuydu: Darbe teşebbüsünden ve direnç göstermekten vazgeçtiğiniz takdirde, yargılanmayacak ve ceza almayacaksınız.
Aynen öyle oldu. Darbeciler, sadece usûlen yargılandı; onları sadece emekliye sevk etmekle yetinildi. Cuntacıların tamamı, 10 Mayıs'ta çıkarılan özel af kànunuyla serbest bırakıldı.
* * *
Ne var ki, "darbecilik sıtması"na tutulan Talat Aydemir, bir yıl sonra (21 Mayıs 1963) yeni bir darbe teşebbüsünde daha bulundu. Bazı askerî birlikte tank ve toplarla harekete bile geçtiler. Hatta radyo evini dahi bastılar ve burayı zorla ele geçirdiler. Dahası, "Askerî ihtilâl oldu" diye de anons yaptılar ve bu yönde yayına başladılar. (Bu yayını Ali Elverdi Paşa kesti ve radyo–darbe haberini yalanladıktan sonra–normal yayın akışına devam etti.)
Ancak, yine başarılı olamadılar, bastırıldılar, yakalandılar ve bu kez en ağır bir şekilde cezalandırıldılar. Zira, iktidar koltuğunda yine CHP lideri İnönü vardı...
"21 Mayıs darbesi"nin parolası "Harbiyeli aldanmaz" idi... Bu sözün esin kaynağı ise, İsmet Paşanın daha onlar hakkında sarf etmiş olduğu şu sözdü: "Talat ile üç buçuk adamı, tam bir aldanış içindeler."
* * *
Askerî makamlarla müşterek hareket eden İsmet İnönü, ikinci darbe teşebbüsünü de görünce, bu kez niyetini bozdu ve "Bu işi alışkanlık haline getirdiler canım!" diye sinirlenerek, harekâtta dahli olan bütün komutanları cezalandırma kararına vardı.
Askerî mahkemede aylar süren yargılamalar neticesinde, Aydemir ile Gürcan idama mahkûm edildi. Bu hüküm, 5 Temmuz 1964 günü infaz edildi.
* * *
İsmet Paşa öyle istiyor diye, Bülent Ecevit dahil, Meclis'teki CHP'lilerin hemen tamamı idamdan yana oy kullanırken, AP'liler ise, tercihlerini aksi yönde yaptılar.
İdam edilen Gürcan ile Aydemir'in yakınları, daha sonra yaptıkları açıklamalarda şu ortak noktada buluştular: Talat ile Gürcan, "Hapisten çıktığımızda yine ihtilâl yaparız" demek yerine, şayet "Biz hata yaptık. İsmet Paşa haklıdır. Ondan özür dileriz" demiş olsalardı, mutlak sûrette idamdan kurtulacak, hatta mükâfatlandırılacaklardı.
Nitekim, onlarla birlikte hareket eden Mustafa Ok da idamla yargılandığı halde, beraat ettirildi ve bir süre sonra CHP’den milletvekili seçildi, hatta daha da ileri gidip bakan bile oldu.
22.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|