Başkentteki başörtüsü tartışmalarında sona geliniyor. Siyasî iktidarın “çözüm” tarzında yolun sonu görünüyor. Ne var ki, bu “son”, “dinî bir vecîbe” olan bu inanç ve insan hakkının özgürlükte değil, tepeden inme emr-i vaki yasadışı yasakla kalıyor.
Anayasa’nın iki maddesinde yapılan değişiklikler, hâlâ on gündür Çankaya’da bekletilirken, Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığı referandumuna ilişkin “itirazı ret” gerekçesinde, “hukuka ağır aykırılıkta şekil denetimi sınırının tartışılabileceği” tevili, başörtüsü için de “laikliğe aykırılık incelemesi”nin yapılabileceğinin işâreti olarak görülüyor.
AKP’nin yeni anayasa taslağını hazırlama kurulunun başına getirdiği Prof. Ergun Özbudun’un, “Mahkemenin değişikliğin özelliğine göre maddelerin muhtevası hakkında da inceleme yapma hakkını kendinde gördüğü” yorumu, bunun açık sinyali.
Buna göre, cumhurbaşkanının onayının ardından her iki durumda da mesele çözümsüz kalacak. Mahkemenin daha sıra ek-17’ye gelmeden sözkonusu anayasa değişikliklerini “iptal” etmesi, meseleyi zaten çıkmaza sokacak. “İptal” etmezse, “yeni bir şey yok” denilip “yasaklar”ın dayatılmasına devam edilecek.
Hele peşinden çıkarılacak “yeni ek-17”nin iptaliyle “yasallık” perdesinde “yasak” daha da katmerleştirilip tatbik edilecek. Yasakçıların ek-17’yi bir “tuzak” olarak hararetle hükûmetin önüne atmalarının maksadı bu.
İşin bu vartaya varması, ister istemez durup dururken, “Başbakan’ın çıkışı”yla neden bu noktaya gelindiği sorusunu sorduruyor. Gerçekten siyasî iktidar neden daha kolay çözüm yolları varken, bu oldukça karmaşık ve çetrefilli yola başvurdu?..
* * *
Temel yanlışlık, şüphesiz hakkında hiçbir yasak olmayan kadınların kılık ve kıyafetinin ve başörtüsünün, zorlama yorum ve yönetmeliklerle yasaklanmasına karşı “yasa çıkarma” teşebbüsünden kaynaklanıyor.
Aslında siyasî iktidarın bu konuda hiç yasa çıkarmasına gerek yoktu. Şâyet mutlaka “yasal düzenleme” yapılacaksa, bütün temel hak ve özgürlüklerin tâdili ile birlikte “yeni anayasa” içinde yasağın bir inanç ve eğitim özgürlüğü hakkı olarak ele alınması daha doğru olurdu.
Anayasanın “başlangıç” kısmından, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen “laiklik” hakkındaki ikinci maddesinden “devrim kanunları”nı güvence altına alan 174. maddesine kadar yüksünmeden çarpıtılan ve her fırsatta istismar edilen maddelere rağmen kenarından köşesinden yapılan değişiklikler bir netice vermeyecek.
Bu durum baştan belli idi. Kanunsuz yasağı “kanun nâmına dayatma” ucûbesini sergileyenlerin, anayasanın 153. maddesindeki açık hükmüne rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin karar “gerekçesi”ni yasa yerine koyanların en ufak bir “yasal” dayanağı sonuna kadar istimal edecekleri ortada idi…
Sahi AKP’nin seçim beyânnâmesinde, hükûmet programında ve “âcil eylem plânı”nda defalarca sözü verilen ve Millî Eğitim Bakanı’nın “mutlaka değişecek dediği” yüksek öğretimin yeniden yapılandıracak “yeni YÖK kanunu”na ne oldu? Hükûmet bir defa daha gündeme getirmemek üzere mi geri çekti?
“YÖK Kanunu” bir yana, YÖK’e ve rektörlere üniversitelerde alabildiğine keyfî dayatma yolunu açan Anayasanın 130. ve 131. maddeleri neden ele alınmıyor?
Bu iki maddeyle YÖK ve üniversitelerin, “devletin denetim ve gözetimine tâbi yükseköğretim kurumları”nda, “öğrenimi plânlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, eğitim - öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek ve plânlama yapmak” görevine netlik getirmedikçe, bu tür yasaklar yine icâd edilecek.
Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi YÖK’ün işlevi akademik ve idarî koordinasyonla sınırlı hale getirilip belirlenmedikçe, en temel insan hakkının önünü kesecek ve eğitim hakkını engelleyecek keyfî dayatmalar devam edecek…
* * *
Gelinen noktada Meclis ne yaparsa yapsın, Anayasa Mahkemesi ve yasakçı mahfiller, “dinî referanslı özgürlük” deyip başörtüsünün önünü tıkayacaklar. Leyla Şahin dâvâsında “hükûmet savunması”yla şaşırtılan AİHM’in kararı bahane edilerek, Anayasa’nın 90. maddesiyle yasağın “milletlerarası andlaşmalara uygunluğu” iddia edilecek…
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 9. maddesindeki “ibadet ve eğitim hakkı”nın temelde teminat altına alınmasına aykırı olarak. Keza, “hiç kimsenin eğitim hakkından mahrum edilemeyeceğini, devletin eğitim ve öğretim görevini yerine getirirken, vatandaşların dinî ve felsefî inançlarına uygun eğitim ve öğretimin verilmesini isteme hakkına saygı”yı hükme bağlayan AİHS Ek Protokolü 2. maddesine tamamen zıt olarak…
Kısacası zaten üçte biri tamamen değiştirilerek bir garâbete dönüşen mevcut Anayasa’nın karışık ve karmaşık metni üzerinde yapılan bu tür mevzîi makyajlar ve “yeni yasal düzenlemeler” hep yetersiz kalacak; her defasında yasakçılar tarafından demagojik çarpıtmalarla akamete uğratılacak…
En doğrusu, hükûmetin bu hususta yasa çıkarmaktan vazgeçip, demokratik dirençle yasal olmayan bir yasağın tatbikini önlemesi…
Ve yeni anayasada temel hak ve hürriyetlerin daha belirgin ve istismara yol açmayacak açıklıkta bütünüyle teminat altına alınması…
Başka da çözüm çâresi yok…
22.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|