Ankara’da ciddî bir gündem karmaşası var. Başörtüsü için yapılan “anayasal düzenlemeler” Köşk’te. Ancak bu değişikliklerin hiçbir “yenilik” getirmediği, bu haliyle keyfî yasağı kaldırıp dinî bir vecîbe olan başörtüsüne özgürlük getirmeye yetip yetmeyeceği hâlâ belirsiz…
Tıpkı Anayasa Mahkemesinin değişiklikleri “iptal” edip etmeyeceği gibi. Zira mevcut metni “bir-iki cümle” ile te’yid edilen 10. ve 42. maddelerin bu vaziyetiyle bir netice vermeyeceği, yasakçıların yasağı devam ettireceği endişesi sözkonusu…
Mahkemenin “değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen” Anayasanın ikinci maddesindeki “laiklik ilkesinin ihlâli” gerekçesiyle “şekil”den “iptal” etmesi durumunda ise, durup dururken tepeden dayatılan hayalî yasağın bu kez yasal olarak dayatılacağı sıkıntısı baş gösterecek.
Yasakçıların, “başörtüsünü serbest bıraktırmak amacıyla çıkarılan yasayı mahkeme iptal etti, bu durumda yasak yasallaştı” deyip başörtüsü yasağını daha pervâsızca dayatacakları belirtiliyor.
YÖK ve rektörlerin yasakçı “tâlimatları”na mesnet ettikleri Anayasa Mahkemesi’nin “gerekçesi”ne göre Danıştay ve şaşırtılan AİHM kararlarıyla yasadışı yasağı daha da azdıracakları tedirginliği devam ediyor…
* * *
Ayrıca “başörtüsü târifi”ni getiren Yüksek Öğretim Kanunu Ek-17. maddesindeki değişikliğin akıbeti de meçhul. İktidar partisinde maddenin Anayasa Mahkemesi’nden döneceği kaygısıyla, vazgeçme eğilimi başladı. Ancak MHP ile varılan “mutâbakat” gereği, “çarşaf, peçe ve burka” benzeri kıyafetlerin engellenmesi için bu maddenin mutlaka çıkarılmasını şart koşuyor.
Ne var ki, bu hususta da tereddütler artmakta. Hatta “yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla üniversitelerde kılık ve kıyafet serbesttir” ibâreli maddenin mevcut halinin yasağı bertaraf etmede daha etkili olacağı belirtilmekte.
Lâkin Başbakan’ın Almanya’dan, “sürece devam” deyip, “uzlaşılan metin”in de çıkarılacağını söylemesi, bu konuda da zihinleri karıştırdı. Kulislerde, kapalı kapılar ardında farklı yorumlar yapılmakta. İşin daha da çözümsüzlüğe itildiği, tıkanmanın aşılmasının daha da zorlaştığı itiraf edilmekte.
Erdoğan’a yakın bazı milletvekili ve bakanların bile, bu “formül”ün çözüm getiremeyeceği, yasağı daha da katmerleştirip üstelik her tarafta yasallaştıracağı endişelerini belirtmekteler. Bu yüzden birçok iktidar ve muhalefet partisi milletvekilinin, istemeye istemeye parti yönetimlerinin “direktifi”yle inanmadıkları değişikliklere oy verdikleri görülmekte.
Diğer yandan, her hafta başı “kara pazartesi”lerle titreyen ekonomi bıçak sırtında. Bütün dünya Amerika’dan tetiklenen global dalgaya karşı ciddî tedbirler alırken, Ankara hâlâ hafife alıyor. Oysa, başta TOBB ve sanayi odaları olmak üzere, ilgili kuruluşlar ve uzmanlar, üretim ve istihdam adına âcil kararların alınmasının gerektiğini bildiriyorlar. Ekonomide de ciddî bir kargaşanın sürdüğünü, irâde konulması gerektiğini vurguluyorlar.
Başbakan Köln Arenasında, “AB yolunda 45 yıldır bekledik, bundan böyle tam üyelik adaylığından vazgeçmeyiz” diyor. Başta Sarkozy ve Merkel olmak üzere, kimi “AB içindeki ABD”cilerden gelen “imtiyazlı ortaklık” önerilerinin Türkiye’yi AB’den cayma oyunu olduğunu ifâde ediyor…
Ne var ki, hükümetin hâlâ nasıl düzenleneceğine karar veremediği, başta 301. madde olmak üzere, AB çerçevesinde demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesine dair düzenlemeler askıda bekliyor.
AB İlerleme Raporunda istenen yargı reformundan, eğitimin ve siyasetin demokratikleşmesine kadar birçok kriterde hâlâ esaslı adımlar atılmış değil. Siyasî partiler ve seçim kanununun AB müktesebatına göre yeniden tanziminde hiçbir çalışma yok.
12.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|