Bediüzzaman, “medeniyet-i garbiye-i hâzıra” dediği Batı medeniyetinin semâvî dinleri tam dinlemediği için, kötülükleri ve günâhlarının, iyiliklerine ve hayırlarına, zararlarının faydalarına gâlip geldiğini belirtir.
Medeniyetteki asıl maksad olan huzur ve saadet yerine israfla insanlığı fakir düşürdüğünü, “vesâit-i sefâhete (sefâhete sürükleyen âletlere) teşvikle” şevkini kırıp “hevesâta, sefâhete sevkedip ömürünü fâidesiz zâyi ettiğini” bildirir. “Sû-i istimâl ve israfât ile yüz nevî hastalığın sirâyetine, intişârına (yayılmasına) vesîle olduğunu” haber verir. (Emirdağ Lâhikası, 334-335)
Dinlerin ve bilhassa Kur’ân’ın mânevî esaslarına muhâlif hareket eden inkârcı felsefe elindeki Batı medeniyetinin, yine Bediüzzaman’ın tefsiriyle “nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede ednâ (basit) bir hâcât-ı hayatiyeyi (dünyevî ihtiyacı), büyük bir mesele-i dîniyeye tercih ettirdiği” ve âdeta bir “mânevî musîbet” halini aldığı, hâdiselerle ortada. (Kastamonu Lâhikası, 72-75)
“Muhâfazakâr” bilinenlerin dahi “dünyevîleşme” yarışına katılıp bu tür sefâhet ayinlerine katılmaları, tehlikenin alârm zillerini çaldırıyor. En “mazbut” bilinen âilelerin ve çevreler bile bu “câzibedâr, sefîhâne ve sarhoşâne şâşaalı eğlencenin “câzibesi”ne kapılıp serseriler gibi ayak uydurmaya uğraşıyorlar. Sonuçta mâneviyattan mahrum medeniyet, insanlara dünyevî saadeti dahi vermiyor…
Gerçek şu ki uluslararası sermaye, kitleleri sâdece bir piyasa pazarı ve tüketim aracı olarak görüyor. “Popüler kültür” perdesinde, televizyonlarda televole kültürü enjekte ediliyor.
Küreselleşmeyle “zengin-fakir uçurumu” giderek derinleşiyor. BM’in raporuna göre, dünyanın en zengin ile en yoksul yüzde ikisi arasındaki gelir farkı, son yirmi yılda 1’e 30’dan 1’e 80’e çıkıyor. Keza bu karmaşa içinde birbirinden kopuk topluluklar, yayana gökdelenlerle varoşlardaki gecekondulardan oluşan şehirler, irtibatsız âileler, yabanî insanlar ve parçalanmış hayatlar türüyor.
Avrupa ve Amerika’da toplumun ve gençliğin içine sürüklendiği bunalım, hiçbir maddî problemi olmayan insanlarda artan intiharlar “imdat!” işâretleri veriyor. İnsanlık çığlık çığlığa, mânevî bir buhran geçiriyor. “Mânevî temelleri sarılsan garb medeniyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor.”
Mânevî terbiye eksikliği mahalleleri, sokakları, evleri hedef almış; insanların kafa ve kalplerine bombalar düşüyor. Şüphesiz bu bombardıman ve yangın, Davutpaşa’daki patlamadan, Almanya’daki yangından çok daha dehşetli; milyonlarca insanı, genci ve çocuğu vuruyor. Dünyevîleşmeye bataklığına batan gençler, göz göre göre bu ateşin içine atılıyor…
Topyekûn toplumları inanç ve ahlâkî çöküntü çukuruna çeken bozguncu propagandanın amacı, ahlâkta kargaşa türetmek, milletleri mânen katletmek. Çocuklarda ve gençlerde süflî cinsî arzuları uyandırıp sefâhetin zebûnu haline getirmek. Ulvî insanî duyguları dumura uğratmak. İman zaafıyla dinsiz felsefenin mâneviyatsız kültürüne ve kötü alışkanlıklarına teşne hale getirtmek…
RTÜK İletişim Merkezi’ni arayan izleyicilerin en fazla yerli dizilerdeki şiddet, sigara ve alkol görüntülerinden şikâyeti bunun bir örneği. Sihir ve büyü dolu filmlerden, özellikle, yiyecek-içecek ve giyim reklâmlarında müstehcen görüntülere yer verilmesinin çocuklarda ve gençlerde meydana getirdiği mânevî tahribatın, devletin resmî kurumlarınca da itirafı, mânevî dejenerasyonun dehşetini ortaya koyuyor. Çocuk bezi reklamları dahi çocukları psikolojik gelişimlerini etkileyecek şekilde veriliyor.
Sağlık Bakanı, Bakanlar Kurulu’nda artık sigara kullanan bakanın kalmadığıyla övünerek sigarayla mücadeledeki “başarıları”nı anlatıyor. Oysa bizzat devlet eliyle yürütülen şans oyunları, Millî Piyango İdaresi’ne bağlı talih oyunları devletin “güvencesi”nde yapılıyor. Online ‘casino’ların yıllık cirosu milyar doları aşmış. İnternet üzerinden kumar ve bahis oyunları devam ediyor.
Tam bir sanal tuzak olan internet kumarhânelerine devam edenlerin sayısı iki milyona yaklaşmış. Tekel’in içki reklamları bütün pervâsızlığıyla zihinleri zehirliyor. Ahlâk bozucu müstehcenlik ve şiddete hâlâ ciddî bir sınırlama ve müeyyide getirilmiş değil.
Bugün 15 milyon öğrenci okula başlıyor. Uyuşturucu kullanım yaşı, ilkokul dördüncü sınıfa kadar inmiş! Okulların çevresinde uyuşturucu ve esrar satan şebeklere karşı etkin maddî ve mânevî tedbirler yetersiz. Yeşilay, ilköğretim öğrencileri arasında en az bir kez alkol kullananların oranının yüzde 15.4’e vardığını uyarıyor. Ulusal Tütün Kontrol Programı gibi alkolde de nesilleri korumak için âcilen tedbirlerin alınmasının gereğini belirtiyor.
Ekranlardaki yerli ve yabancı dizi film sağanağı, başdöndürüyor. Aile ve sosyal araştırma uzmanlarına göre, televizyonlardaki çıplaklığı ön plâna çıkaran müstehcen yayınlar, âile mahremiyetini tehdit ediyor. Hükûmet, yeni anayasada zaten yetersiz olan din derslerini tartışmaya açacağına, âileleri ve topyekûn gençliği ve çocukları yakan, toplumu ateşe veren bu tehlikeye karşı da ciddî anayasal ve yasal tedbirler almalıdır.
Bu tedbirler, devletin ve hükûmetin anayasal görevidir…
11.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|