Osmanlının son döneminde, “İslâm ahlâkını sarsan”, “efkâr-ı ammeyi perişan eden” ve “içtimâiyatı (sosyal ve siyasî hayatı) teşviş edip” saptıran tezvirâta karşı, “Ben de gazetelerde, onları reddeden makaleler neşrettim” diyen Bediüzzaman, “matbuat lisanı”yla konuşmanın önemi üzerinde durur. (Divân-ı Harb-i Örfi, 25)
Bu tavrıyla, dönemin devlet ve siyaset merkezi Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da basının “hava-i gıll-û gış”ı olan gizli kin ve kötü niyetlerle süsleniş müzevirlik ve koğuculuk dolu yalan ve dolan propagandaya karşı, yine aynı basın yoluyla mücadelenin gereğini belirtir.
Aksi halde, ortalığı karıştıran ve gerçekleri tersyüz eden “mücriflik”le, fikirleri müşevveş, karmakarışık ve anlaşılmaz hale getiren dün “matbuat” denilen basının, toplumun sosyal dengesini ve âhengini bozup milleti istikâmetten ayırarak inhiraf uçurumuna iteceğini ihtar eder.
Bunun içindir ki “demokrasini zembereği olan efkâr-ı ammenin (kamuoyu”nun “tehditlerle, korkularla, hîlelerle başka bir mecrâya çevrilmesi”ne ve milletin sathi ve geçici de olsa “muhâkeme-i akliyesi”nin kapatılıp yanlışa sürüklenmesine karşı, mutlaka basınla cevap verilmesinin ehemmiyetini bildirir.
Böylece, hiçbir hâricî tesir ve kandırışa kanmayan, ifsad şebekelerini oyununa gelmeyen milletin müşterek umumî kalbinden tarafsızca çıkan kanaatin ortaya çıkacağını ifâde eder. (İşârât’ül İ’câz, 164)
Ve bütün bunlara karşı gazetelerin “bedraka-i efkâr” olup fikirlerin delili, kamuoyunun klâvuzu, millete doğrusu gösteren yol göstericisi ve rehberi olması gerektiğinin anlamını açıklar. (Divân-ı Harb-i Örfî, 50-51)
* * *
Merhum Mustafa Polat, 21 Şubat 1970 tarihli ilk sayısında “hüküm” başlıklı başyazısında şu beyânda bulunur: “Yeni Asya bu inanç içerisinde devam edecek; Asya’nın faziletini göstereceğiz. Nefret ve husûmet devri geçmiştir, sevgi ve şefkat devri başlamıştır. İyi ve güzel olanı göstermek, doğruyu ortaya koymak, Hakkı müdafaa etmek esastır; bundan asla vazgeçmeyeceğiz.”
Elhak Yeni Asya, yayınlandığı günden bugüne bu ülkede hep “bedraka-i efkâr” oldu; hep hakkın ve hakikatin yanında yer aldı; saptırmalara karşı mücadele etmiş ve bundan asla vazgeçmedi.
Yeni Asya, demokrasinin İslâmla bağdaştığını Bediüzzaman’ın beyânıyla en güzel şekilde ispat etti. Türkiye’de “din adına siyaset” saptırmasına ve siyasetin menfî milliyetle saptırılmasına karşı Bediüzzaman’ın Kur’ânî esaslardan tespit ettiği temel içtimaî ölçülerini rehber edindi, milletin bu tuzağa karşı milleti ikaz vazifesini yaptı, istikameti gösterdi.
Siyasal İslâmla dinin siyasîleştirilmesinin dine ve dindarlara din düşmanlarından daha fazla zarar vereceğini izâh etti. Bediüzzaman’ın temel tespitleriyle, menhus maksatlarla Müslümanları siyaset ârenasına çekip İslâmî hizmetleri, “İslâmî bir devlet kurmak’ gibi siyasetvârî bir tarzda tebdil ediverme” tuzaklarının, “o sahte siyaset bezirgânlarının, çocukları dahi kandıramayacakları acemice bir iftirâ ve bir uydurmadan ibâret olduğunu” ortaya koydu. (Emirdağ Lâhikası, 435)
Keza milletin hakkını ve hukuku katleden tepeden inme darbelere ve ara rejimlere karşı tâvizsiz ve asil duruşunu sürdürdü; halka rağmen tepeden inmeci keyfî ve cebrî dayatmalara asla prim vermedi.
Sinsî taktiklerle, şeytanî saptırmalarla, yalan yaygaralarla yaydırılan fitne ve tefrikalara karşı hep tâvizsiz ve istikametli tavrını devam ettirdi. Her darbe ve postmodern darbenin ardından millete dayatılan uydurma anayasala karşı mücadele etti. Hepsinde de haklı çıktı…
* * *
Bugün alâ-yı valâ ile ve tek taraflı propaganda ile sâdece “evet” demenin serbest olduğu ve “hayır” demenin yasaklandığı, “yüzde doksan iki oy aldığı” belirtilen 1982 Anayasasının savunanı kalmamıştır. İhtilal liderleri ve anayasa hazırlayıcıları bile bu anayasanın millete uymadığından şikâyetçiler…
En bâriz örneği, son yasadışı başörtüsü yasağını yasayla kaldırma meselesinde yaşandı.
Yeni Asya’nın baştan beri zaten hiçbir kanunda olmayan kanunsuz yasağın kaldırılması için yasa gerekmediği, kanunsuz keyfî yasağın demokratik irâde ve dirençle kaldırılacağı uyarısı bir defa daha haklı çıktı.
Siyasî iktidarın en hararetli savunucuları dahi bugün bu hususta Yeni Asya’nın çizgisine gelmiş bulunmaktalar. Yasağı yasayla kaldırma teşebbüsünün yasağı daha da yaygınlaştırıp “yasallaştıracağı” endişesini tekrar edip, derhal bundan vazgeçilmesini tavsiye etmekteler…
Neticede Yeni Asya, 39 yıllık yayın hayatında, çeşitli sıkıntılara mâruz kaldı; 470 gün kapandı, ama merhum Polat’ın en başta belirttiği, “Rahmet-i İlâhiyeden ümidimizi kesmeyeceğiz. ‘Haklı şûra, ihlâs ve tesânüdü netice verdiğinden’ dâima istişâre yolunu seçecek, samimiyeti, birlik ve beraberliği telkin edeceğiz. ‘Biz muhabbet fedâileriyiz, husumete vaktimiz yoktur’ diyecek, kin ve nefretin cemiyetimizden kalkmasına çalışacağız. El ve gönül birliği, kalb ve kafa birliği içerisinde meselelerimizi halledeceğiz ki ‘Yeni Asya’, kötülüğe, heva ve hevese galebe edebilsin…”
Yeni Asya’nın haklılığının ve başarısının sırrı budur; bu temel mânevî esaslara bağlılığıdır…
21.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|