Annem hastalanınca ona refakat ederken, bize de hastane koridorlarında hadise satırlarıyla yazılan mesajları okuma düştü! Meğer daha heceleme safhasındaymışız… Daha çoook çalışmamız gerekiyormuş.
Hastahaneler, gerçekten de hayat okulunun en zor imtihanlarından bir tanesi. Ama dikkat ve tefekkürle okunabilirse, anlatmak istedikleri bir ömre bedel…
İşte hastane koridorlarından birkaç kesit…
En uzun gece!
“Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir? Müptela-ı gama sor, geceler kaç saattir?” demiş şair. Yani “En uzun geceyi yıldızları inceleyen, saatleri tayin eden ne bilir? Gecelerin kaç saat olduğunu dert çekene sor” meâlinde kabaca yorumlayabileceğimiz bir dize bu, eskimez eskilerden. Gerçekten de zamanın izâfî olduğu gerçeği, Einstein’dan çok daha önceden beri bilinmektedir. Söz gelimi, dert ehli için zaman hiç geçmez gibidir. Rahat ve keyifli şartlardaysa, zaman sanki su gibi akıp gider.
Bediüzzaman Hazretleri Hastalar Risâlesi isimli muhteşem eserinde bu sırrın sırrını şöyle açıklamakta:
“Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevî dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa pek çabuk gidiyor. Hastalık senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor uzun ediyor. Tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki; musibet zamanı çok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor.”
Hastalık vesilesiyle büyük kârla sevap meyvelerini toplamak çok güzel bir ücret.
Tabiî sabretmek becerilebilirse!
Düş de gör!
Şeker hastalığı sebebiyle ayağında açılan büyük yarayı tedavi için gelen hasta, beraberinde aynı dertten muzdarip olanlara böyle diyordu: “Hani düş de gör derler ya, işte düşmek böyle oluyor arkadaşlar! Meğer sağlık ne büyük nimetmiş de kıymetini bilememişim. Artık futbol oynamak hayal bu ayakla…”
Oksijen tedavisi
Hatırlarsanız, özellikle ninelerimizin sabah namaza kalktıklarında yaptıkları ilk işlerden bir tanesi de pencereleri açıp evi havalandırmaktı. Şimdilerde bu işler klimalara bırakılsa da, fırsat bulabildiğince tabiî haliyle temiz havadan faydalanmanın yeri bir başka olsa gerek.
Oksijenin yaraları iyileştirici özelliği olduğunu ve bu amaçla tıpta yaraların iyileştirilmesinde kullanıldığını daha yeni öğrendim. Gerçi daha pek bilinmeyen, tanınmayan bir tedavi yöntemi, ama gelecek vaat ediyor.
Şimdiden bir çok devlet hastanesinde ya da özel hastanelerde hiperbarik tedavi merkezleri bulunmakta. Daha çok vurgun yiyen dalgıçlar için yapılan basınçlı oda tedavisi, artık farklı hastalıklarda uygulanmakta. Basınç odasına alınan hastalar, oturtulup, yüzlerine maske takarak oksijen verilmekte. Uygulanan tedavi sayesinde damarlar genişlemekte, dolayısıyla kan daha rahat bir şekilde vücutta dolaşıp dokuları yenileyebilmekte.
Hele de bu tedaviyi şefkatli ve güven verici yaklaşımlarıyla içinizi rahatlatan doktorlarınızdan alıyorsanız, ne kadar şükretseniz az! Tıpkı bizim gibi…
Gümüşü nasıl bilirsiniz?
Annemin bir ayağı tedavi görürken, diğer ayağına da dikkat etmemiz gerektiğini düşününce, yaptığımız ilk iş tıbbî malzemeler satan dükkânları bu gözle değerlendirmek oldu.
Gümüşlü çoraplarla da böylece tanışmış olduk. Pamuğun çok az miktarda elastik malzeme ve saf gümüş ipliklerle dokunmasından ortaya çıkan bu ürün, ayaktaki bakteri ve mantarları yok ediyor, yaz-kış ısı düzeyini ayaklarınızda dengeliyor, ödemi azaltıyor. Gümüş, elektriği en fazla ileten element olduğundan, vücudunuzun ürettiği elektriği de sağlıklı şekilde düzenliyor.
Saf gümüşün en önemli özelliklerinden bir tanesi, mikrobun üremesini önlemek. Yapılan araştırmalar saf gümüşün 400 değişik tipte bakteriyi öldürdüğünü göstermiş. Bir saatten daha kısa süre içinde bakterilerin % 99,9’u harap olmakta.
İşte bu yüzden, gümüş de koruyucu hekimlik çerçevesinde değerlendirilebilecek tedavi amaçlı madenlerden bir tanesi.
Gümüş nimeti de şükür gerektiriyor…
Adım atabilmek…
Ne büyük bir nimet adımımızı rahatça atabilmek. Üç basamaklı merdiveni nasıl çıkabileceğim diye kara kara düşünmemek! Bu nimetten mahrum olan o kadar çok insan var ki.
Ayaklarımız yıllar boyu vücut yükünü taşıyıp durmakta.
Ayaklarımızın, tırnaklarımızın ne büyük şükür gerektiren nimetler olduğunun farkında mıyız? Onların sağlık ve bakımına dikkat ediyor muyuz?
24.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|