Terörist faaliyetleri sindirmeye yönelik harekât plânı, zincirleme devam ediyor.
Bu plânın birçok halkası var: Diplomasi, hava bombardımanı, kara operasyonu, fikrî, siyasî ve ekonomik boyut, vesâire...
Terörist eylemler, bir–iki sebebe dayalı olarak ortaya çıkmadığı gibi, bunların önlenmesi de, elbette ki bir–iki faktörün devreye sokulmasıyla mümkün olmaz.
Mesele çok derin ve de çok boyutludur. Onun için, meseleye çok yönlü bir bütünlük içinde yaklaşılmalı ve nihaî çözüm arayışının da aynı bütünlük içinde kalınarak sağlanması gerekir.
* * *
Çok büyük masraflarla sınır ötesine yapılan hava harekâtından sonra, kara harekâtı da başlatılmış oldu.
Bu operasyonlar, terör örgütünü bir derece kadar sindirir, dağıtır ve çökertir elbet; ancak bitirmez ve bitiremez.
Bu noktada şunu hemen ifade edelim ki: Terörü bitirmeye yönelik zincirleme çabaların en önemli halkası olan diplomasi, şimdiye kadar hakkıyla ve lâyıkıyla yapılmadı, yapılamadı.
Şayet yapılmış olsaydı, en başta AB olmak üzere, ABD, Irak ve Kuzey Irak yönetiminden şüphe, tedirginlik ve memnuniyetsizlik havası yansıtan açıklamalar gelmezdi.
Demek ki, onlar tam anlamıyla ikna edilemedi ve tereddütlerini bütünüyle izâle edecek bir diplomasi san'atı, becerisi, başarısı hakkıyla sergilenemedi.
Oysa, ismi geçen bütün bu ülke ve birlik yönetimleri, "terörle sınırlı" bir mücadelede muhakkat ve mutlak sûrette Türkiye'nin yanında ve hatta yardımında olmalı. Bu çerçevenin dışına asla çıkamazlar. Yeter ki, biz diplomatik mekanizmayı ustalıkla ve maharetle çalıştırmasını bilelim ve gereklerine yerinde, zamanında uyma becerisini, başarısını gösterelim.
* * *
Son olarak şunu da ilâve edelim ki, yeni başlayan kara operasyonu her ne kadar "rutin harekât" diye ifade edilse de, bölge ve dünya ülkelerinin algılaması farklı olabiliyor.
Çünkü, meselâ hava operasyonlarının zaman ve mekânı, dakikasına ve hedef noktasına varıncaya kadar, neredeyse bütün ayrıntıları önceden hesaplanabildiği için, bunun sınırı, çerçevesi, ölçüsü, kantarı azçok bellidir. Hemen herkesçe biliniyordur.
Fakat, kara harekâtı bundan farklıdır. Harekâtın boyutları önceden teorik olarak belirlense dahi, tatbikatta sürpriz ve beklenmedik durumlarla karşılaşılması pekâlâ mümkün. En kuvvetli tahminler dahi tutmayabilir.
Onun için, bu harekâtın son derece bir dikkat ve hassasiyet içinde kalınarak yürütülmesi icap ediyor.
Tâ ki, mevcut düşman cephesine gizli–açık yeni düşmanların iltihak etmesine kendimiz sebebiyet vermiş olmayalım.
Tarihin Yorumu 23 Şubat 1945
Türkiye'nin savaş kararı
Türkiye, 40 milyona yakın insanın hayatına mal olan II. Dünya Savaşına fiilen katılmadı.
Ancak, 23 Şubat 1945'te tek partili Meclis'in almış olduğu bir kararla, Türkiye "resmî olarak" savaşa sokulmuş oldu.
İsmet Paşanın isteği doğrultusunda hareket eden Meclis'in, o gün almış olduğu karar, "Türkiye'nin İngiltere, Rusya ve Amerika'nın yanında, Almanya ve Japonya'nın karşısında savaşa katılacağı" şeklinde yazılı olarak resmîleşti.
Bu kararın realize edilmesi için de, uygun zaman, imkân ve fırsatın çıkması beklentisi içine girildi.
Ne var ki, Türkiye fiilen de savaşa tam girmek üzere iken, hiç umulmadık bir sebeple savaş sona ermiş oldu.
Bu umulmadık sebep ise, Japonya'da önce Hiroşima ve üç gün sonra da Nagazaki'ye (6–9 Ağustos) hayat söndüren o dehşetli atom bombasının atılmasıydı.
İnsanlık, 250 bin kişinin ölümüne yol açan böylesi bir hadiseye ilk defa şahit oluyordu.
Japonya, bir hafta sonra kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul etti. Böylelikle, Uzak Doğu'da savaş sona erdi. Aynı durum Avrupa'ya da yansıdı ve bir hafta kadar sonra II. Dünya Savaşı tümüyle son buldu.
* * *
Demek ki, iş sadece İsmet Paşaya kalmış olsaydı, Türkiye'nin fiilen de savaşa girmesi kaçınılmaz hale gelecekti.
Dolayısıyla, "Efendim, bizim İsmet, siyasî dehasıyla Türkiye'yi savaşın dışında tutmayı başardı" iddiası, kuru ve temelsiz bir iddia olup, tevil dahi gerektirmeyen sunturlu bir zırvadan ibarettir.
Bir kere Türkiye, 1941'de Almanya ile "Saldırmazlık Antlaşması"nı imzaladığı halde, 4 yıl sonra bu kararını yine kendisi çiğnedi ve tam tersi bir karara imza attı. Üstelik tek taraflı olarak... Üstelik, Rusya ve İngiltere'nin (I. Dünya Harbindeki en azılı düşmanları) zorlamaları sebebiyle...
O halde, doğru olan husus şudur: Türkiye tam harbe girmek üzere iken, takdir–i İlâhî ile ortaya daha başka sebepler çıktı, hiç beklenmedik gelişmeler yaşandı ve Türkiye bu sûretle "harp belâsı"ndan kurtulmuş oldu.
23.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|