Kadının rahatı evinde, aile hayatındadır
Kadınlar yuvalarından çıkıp, beşeri
yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli
"Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayâsızlıkla erkekleşirler."Hâşiye-1
"Mim"siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer'-i İslâm onları rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri; haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları. Yatmış olan hevesât birden bire uyanır.
Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.
Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müthiştir tesiri.Hâşiye-2
Memnu' heykel, sûretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habîs ervâhları.
Hâşiye-1: Tesettür Risâlesinin esasıdır. Yirmi sene sonra müellifinin mahkumiyetine sebeb gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcup eylemiş.
Hâşiye-2: Nasıl meyyite bir karıya nefsani nazarla bakmak nefsin dehşetli alçaklığını gösterir; öyle de rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür.
Sözler, Lemeât, s. 668
Lügatçe:
mimsiz medeniyet: Deniyet mânâsına gelen kötü medeniyet.
tâife-i nisâ: Kadın taifesi.
mebzul: Bol ve ucuz bulunma.
metâ: Tüccar malı.
hüsn-ü hulk: Yaratılış, huy ve ahlâk güzelliği.
ismet: Günahsızlık.
esbâb-ı ifsad: Bozucu, ifsat edici sebepler.
meyyit: Ölü.
memnu': Yasaklanmış.
zulm-ü mütehaccir: Taşlaşmış zulüm.
mütecessid: Cesetleşmiş.
müncemid: Katılaşmış, donmuş.
habîs: Pis.
Şer'-i İslâm: İslâm şeriatı.
|
“Koşun çocuklar koşun, Bediüzzaman dede geliyor!”
(Dünden devam)
* Risâle-i Nur derslerinde bulunduğunuz bir anda, hiç polisler tarafından basıldığınız oldu mu?
Yazın Afyon’da; Bolvadin’den, Emirdağ’dan kardeşleri topladık ve Risâle-i Nur dersi yapıyorduk. Benim en küçük kardeşim Said de gelmişti. 5 yaşında idi. Salonda tahta bir levha vardı. Onun üzerine Kur’ân yazısı ile “Bismillah her hayrın başıdır. Bil ey nefsim. Şu mübarek kelime…” diyerekten Birinci Söz’ün tamamını tebeşirle ve Osmanlıca harflerle ezberinden yazdı. Takkeler, tespihler ortalıkta, biz ders yapar vaziyette iken bir de baktık polisler bastı. Suç âleti(!) olaraktan, tespihleri, Kur’ânları, Risâleleri, kardeşimin yazdığı o yazı tahtasını, rahleleri buldular ve bizi karakola götürdüler. Karakolda bir iki gece kaldık. Sonra da Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk ettiler. Daha sonra da “Şeriatçı, nurcu olduklarından öğretmenlikten atılmışlardır” kararını almışlar.
Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’nde iken Bekir Berk Ağabey dâvâmıza girdi ve beraat ettik.
* Bolvadin'de ve Emirdağ’da, Üstad Hazretlerinin peşinden “Bediüzzaman dede, Bediüzzaman dede” diye koşan çocukların olduğu Tarihçe-i Hayat’ta yazıyor. O çocuklar arasında siz de var mıydınız?
Evimizin önündeki yol, Emirdağ’dan gelen yoldan geçer. Oradan Isparta’ya da gidilir, Afyon’a da. Üstad, Emirdağ’a, Isparta’ya geldiğinde, bizim evin önündeki bu yolu kullanıyordu. Yolun üzerinde İstiklâl İlkokulu vardı. Avlusunda öğrenciler sıraya durduğu ve müdür merasim konuşması yaptığı zaman, öğrenciler arkalarını ana caddeye dönmüş şekilde olurlardı. Öğretmenler de merdivenin üzerine çıkar, yüzlerini caddeye dönmüş olurlardı. O zamanlarda ben büyük yaştayım, onun için İstiklal İlkokulundaki o öğrencilerin arasında yoktum, ama benim küçük kız kardeşim vardı. Bir ara, onlar merasimde iken, arkadan bir sarı taksi geçiyormuş. Bizim mahallede, annesi Nur talebesi olan bir çocuk vardı. Pepe çocuktu. Sırada beklerken arkasını dönmüş ve Üstadın arabasını görmüş. Sonra “Üstad geliyooor!” diye bağırmış. Ondan sonra bütün talebeler arabanın yanına koştu. Sırayı bozan, bahçe kapısından dışarıya çıkmaya başlıyor. Müdür bağırıyor, çağırıyor, onu dinleyen kimse yok. Üstad, caddede kendisine doğru koşan çocukları görünce duruyor, çocuklarla birkaç dakika konuştuktan sonra “Çocukların duâları makbuldür” diyerek çocuklardan duâ talep ediyor.
* Malûm, gündemde başörtüsü meselesi var. Başörtüsü ile alâkalı bir hatıranız hiç oldu mu?
Bayram Yüksel Ağabey, beni Ankara’ya getirmişti. Onun sayesinde Diyanet İşlerinde çalışmaya başladım. O sırada da sınavlara girip İlahiyatı kazandım. Ve İlahiyata kaydımı yaptırdım. Bir gün Bayram Ağabey “Ahmet kardeşim, çabuk giyinin, Hacıbayram’a Ulus 27’ye gidin, Zübeyir Ağabey sizi bekliyor” dedi. Ben, Ahmet Ergün, bir de Mustafa adında bir kardeş, üçümüz, Ulus 27’ye gittik. Kapıdan girdik, Zübeyir Ağabey “Oo maşaallah, mamur (memur) kardeşlerimiz gelmiş” deyip bizi karşıladı. Hasta olmasına rağmen hep güleryüzlü idi. O gün bize şunu söyledi: “Kardeşim, İlahiyata gideceksiniz, giriş kapıyı tutacaksınız, orada boykota başlayacaksınız.” Sebebi ise şu: Ben birinci sınıftayım, aynı sınıfta Muzaffer Demirsöz adında bir Nurcu kardeş ve şimdiki Ali Babacan'ın halası Hatice Babacan vardı. Bahriye Üçok, Hasan Gazi Yurtaydın birinci sınıfta İslâm dersine—ilâhiyatla alakâları olmadıkları halde—girerlerdi. Derslere girdikleri zaman boş durmazlardı, İslâm’a hakaret eder, kan kusarlardı. Bahriye Üçok, din dersinde Hazret-i Aişe Validemize hakaret ediyor, kimse sesini çıkartmıyor. Elhamdülillah Nur talebesi olaraktan, ben ve Mustafa Demirsöz kardeş ayağa kalktık “Sen nasıl bizim Hazret-i Aişe Validemize hakaret edersin be kadın! Sözünü geri al! Sen mü'minlerin annesine hakaret edemezsin” diye sınıfta bağırmaya başladık. Ertesi gün baktık, nasıl olduysa bir kardeşimiz, mini etekli olduğu halde başını örtmüş gelmiş! Bahriye Üçok, vaziyeti görünce hemen dekana gidiyor: “Bu kız, derhal okuldan uzaklaştırılsın!” O sıralarda da Ankara’da tek bir başı örtülü öğrenci yok. “Bana hakaret etti” diyerekten o kızı disipline veriyor ve okuldan attırıyor. Ondan sonra beni veriyor, benden sonra da Mustafa Demirsöz’ü veriyor. Tam bu dönemde kahraman Zübeyir Ağabey, bir diplomat gibi İstanbul’dan haber almış ve sırf bunun için bize gelmiş. Bizi de bu boykota teşvik eden Zübeyir Ağabey oldu.
Dünyada Fransa’da ilk defa bu tarz bir boykot oluyor, Türkiye’de ise ilk defa biz yapmış olduk. Sabahleyin erkenden biz üçümüz geldik. Kimse yoktu, çaycımız vardı. Erzurumlu idi, Dadaştı. Çok imanlı birisi idi. Ona talimât verdik. "Biz kapının önünde duracağız, sen arkadan kilitle, açma kapıyı" dedik. Hocaların kapısının önünde duruyoruz. Az evvel ismini saydığım o hocalar geldiler. "Ne yapıyorsunuz?" dediler. Biz de "Boykot yapıyoruz" dedik. "Ne boykotu?" dediler. “Kardeşimizi başı örtülü olduğu için disipline vermişsiniz, biz sizi boykot ediyoruz” dedik. O sırada komiseri çağırmışlar. Komiser gelince biz hemen hazır ola geçtik ve “Korkma sönmez bu şafak…” diye İstiklâl Marşını söylemeye başladık. Sınıfa doğru gelen öğrenciler bizim İstiklâl Marşını okuduğumuzu görünce, onlar da bizim yanımızda safa durdular. İstiklâl Marşı bitince, biz bir daha başladık. Üç defa İstiklâl Marşını okuduk. Gelen öğrenciler bizim İstiklâl Marşı okuduğumuzu görünce “Yav biz neden bunlara destek vermiyoruz, bunlar istiklal marşını okuyorlar” deyip bize destek verdiler. Biz üç kişi iken, elli, yüz kişi olduk! Ve bu şekilde boykot başlamış oldu. Boykot başladı tabi ama bununla bitmiyor. Zübeyir Ağabey de İstanbul’a gidiyor, "Siz derse gideceksiniz" diyerekten oradaki imam hatip okulundaki ve İslâm Enstitüsündeki öğrencileri otobüslerle bize destek için yanımıza gönderiyor. Kocaeli, Adapazarı, İzmir, Konya…
Biz, en son İlahiyatın bahçesinin önüne çadır kurduk. Mustafa Demirsöz kardeş, okuldan atıldığı için ölüm orucu tutuverdi. Gazeteciler geliyor ve netice olarak senato toplandı Dil Tarih bölümünde. Şule Yüksel Şenler, Mustafa Demirsöz’ün halası Münteha Polat ve diğer öğrencilerin çoğu, bu boykottan sonra birden örtündü!
(SON)
|