Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Hiç düşünmeden

...her gün güneş doğar bu gezegene, bazen daha farklı, bazen her günkü gibi. Kimi zaman bulutların arasından sıyrılır gelir, kimi zaman yağmurdan sonra rengârenk haliyle, kimi zaman olduğu gibi, kendi gibi, güneş gibi.

 ...bir ışık huzmesindedir çoğu zaman güzelliği. Örtmeye çalışsalar da bulutlar, bir ışığı yeter, bir parlayışı, ışıldayışı, parıldayışı... 

...kimi zaman bulut olmak ister insan. Gitmek, uzaklara, çok uzaklara, yükselmek, kimsenin ulaşamayacağı, erişemeyeceği kadar yükseklere çıkmak ister. Sıyrılmak her şeyden, herkesten ve kendinden kaçmak.  

...imkânsızdır oysa kendinden gitmek. Nereye gidersen git kendini, yüreğini ve biriktirdiklerini götürürsün. Dağları, tepeleri aşarken, taşlara basarken sadece heybendekini taşırsın farkında olmadan. Ardında bıraktığını sanırken herşey orada duruyordur. Ta ki sen görene dek...

...sonra çok yükseklerden geçersin, hayal edemeyeceğin kadar yükseklerden. Arkana baktığında yürüdüğün adımlardan, ayak izlerinden başka birşey kalmamıştır. Sen izlerini bile yok etmek isterken bu bile yürümene, gitmene, uçmana ağır gelir artık.

 ...bir bulut nazeniyle dolanırken dağ tepe, gittiğin yolları geri gelme endişesi düşer süveydana. Her şeyi geri bırakarak düşmüştün oysa. Kendini bile feda etmişken, ruhunu bir ağacın dalına asmışken bu geri dönüş de nerden çıkmıştı? Başka hazineler aramaktı umudun, başka keşifler keşfetmekti. Önüne bakmadan hep uzaklara dalarak, hep uzaklarda arayarak çıkılan bir yolculuktu bu. Ya şimdi? 

...zaman geri dönüş zamanıydı. Bütün saatler buna kilitlenmişti artık. Kum saatinden akıp giden kumlardan kalan sadece bir kaç toz zerresiydi. Aklında asılı duran o sorulara verilecek cevap hazırdı artık...

 ...dönmek, gitmek kadar kolay olmasa gerekti. Ama güzeldi dönmek, güzeldi geri gelmek, geri gelebilmek. Bir dağ yamacından geçerken bir çiçek bekliyordu artık, bir filiz, bir umut. Zorluklarla dönülen bu dönüş yolunda sarılar, yeşiller, maviler bekliyordu artık.

...yollar vardır, uzayıp giden uzaklara. Yollar vardır götürmek isteyen başka diyarlara. Yollar vardır birbirine, başka yollara bağlayan. Yollar vardır hayal edilen, gidilesi, dönülesi yollar. Bütün bunların ötesinde ve ötekisinde öyle bir yol vardır ki, yıkılması o kadar kolay iken kurulması zorluğun ta kendisidir. Bütün yollar gidilebilir, bütün yollara çıkılabilir ve bütün yollardan dönülebilir ve bütün yollara köprü kurulabilir ama en önemli yolumuz kalp yolumuz değil midir? Kuracağımız köprüler kalpten kalbe kuracağımız köprüler değil midir? Kurulması bu kadar zor iken yıkılmasına gösterdiğimiz bu kolaylık niye? Bu tanıdığımız tolerans niye? Bir daha, bir daha ve binlerce defa düşünmemiz gereken yollarda kaybolmayalım.

 ...nereye gidersek gidelim yine götüreceğimiz kendi yüreğimiz değil midir? Başka diyarlarda arıyoruz hep, başka diyarlarda bekliyoruz, başka istasyonlardan trenleri bekliyoruz, önümüzde duran gülleri ezdiğimizi hiç farketmeden...

 ...nereye gidersek gidelim dönüşümüz hep kendimize değil midir?

Süveyda GÜNER

23.02.2008


İktidarla liberallerin ayrışması

Çatışmalı konularda kendinizi doğru ifade edebilmek için, öncelikle nerede durduğunuzdan ziyade, nerede durmadığınızı açıkça ortaya koymanız gerekir. Ben, iktidar partisi ile kendisini liberal olarak tanımlayan aydınların arasının açılmasından memnuniyet duyanlardan değilim. Endişelerim aynı gerekçelere dayanmasa da, bu sürecin sonunun ciddî riskler içerme potansiyeli taşıdığı düşüncesindeyim.

İKTİDAR AYDIN İLİŞKİSİ

Aydın olmanın gereği uyarmak, itiraz etmek ve çözüm önermektir. Bütün bu erdemli çabaların muhatabı ise iktidarlardır. Bu açıdan bakınca, değil sadece liberaller, hiçbir aydın grubunun iktidarlarla arasının iyi olması beklenmemelidir. Elbette, körü körüne bir muhalefet marifet değildir, ama bu bile iktidarlara yakın gözükme çabasından daha onurlu bir duruştur.

Bu çıkar ittifakı sadece aydınların bağımsızlığını, güvenilirliğini zedelemekle kalmaz, iktidarların yanılgıları ve zafer sarhoşluklarını da pekiştirir. Bu noktada, Türkiye’nin içerisinden geçtiği süreç ve görünen iktidar-derin iktidar çelişkileri, elbette göz ardı edilmemelidir. İktidarların kendilerini güçlü hissettikleri anlardan ziyade, haksız linç kampanyalarına maruz kaldıkları dönemlerde adaletle ve vicdanla tavır koyan aydınların, muhtelif mahalle baskılarını da göze alarak cesur dayanışma refleksleri göstermeleri beklenir.

BÜROKRATİK DEVLETİN DEĞİŞİMİ VE RİSKLER

Bürokratik devlet anlayışının çözülme süreci, beraberinde kimi riskleri de getirmektedir. Bunlardan birincisi, yeterli toplumsal sivil örgütlenmenin olmamasının ortaya çıkarttığı boşluğun, vahşi bir piyasa hegemonyası ile kuşatılmasıdır. Doğu Bloku ülkelerinde de yaşanan bu sürecin ortaya çıkarttığı toplumsal çözülme ve yozlaşma, sadece kişi başına düşen gelirin artması ya da “demokratik yasalar” yapılarak aşılabilecek boyutta değildir. Bu durumda, ekonomik liberal tezlerin siyasal liberal taleplerle aynı hararetle savunulamayacağı açıktır. Bu ikisi arasındaki ilişkinin reel boyutlarını kabul etmekle birlikte bir doz ve öncelik farkı olduğunu sanıyorum.

İkinci risk ise, kaşıkla verilen özgürlüklerin kepçeyle geri alındığı bir militarist içe kapanmacı sürece geri dönme ihtimalidir. Osmanlı’nın son döneminde yapılan kimi reformlardan sonra gelen İttihat Terakki uygulamaları, bunun sadece tarihte kalmama ihtimali yüksek bir örneğidir. İktidar partisi ile liberal aydınlar arasındaki ittifak da bu riskin beslediği korkularla bu güne gelmiştir. Birinci riski ise, taraflar ya görmezlikten gelmekte, ya da şimdilik dillendirmemeyi tercih etmektedir. Daha askerî tabirlerle ifade etmek gerekirse, ikinci risk “muhtemel tehdit” niteliğinde ise, birincisi “yakın tehlike” niteliğindedir. Birincinin siyasal değil toplumsal bir sorun olduğu için gündeme alınmamasını ya da abartılmamasını isteyenler bizi de kendilerini de kandırıyorlar.

ÇOĞUNLUKÇU DEMOKRASİNİN ÇIKMAZI

Siyasal kültür transferi, teknoloji transferinden farksız özellikler taşıyor. Nasıl teknolojide Batı’nın önceden tükettiklerini tüketmeden son kullandığı teknoloji ile tanışmaya fırsat bulamıyorsanız, siyasal tartışmalarda da benzer bir süreç yaşıyorsunuz. Bizim yarım yamalak demokrasi ile geç tanışmamızdan kaynaklanıyor olsa gerek, “çoğunlukçu demokrasinin küresel krizi” tartışmalarıyla da geç tanışacağa benziyoruz. Bürokratik militarizme savrulma korkusuyla dört elle sarıldığımız “parlamenter demokrasi”mizin zaaflarını tartışmayı daha ne kadar öteleyeceğiz? Darbe heveslisi ulusalcılarla aynı safa düşme endişesi ile ertelediğimiz tartışmalar, bir süre sonra anlamını yitirmiş olmayacak mı? Aydınların görevi toplumlara ölümle sıtma arasında tercihe mecbur olmadığımızın umudunu aşılamak, alternatiflerini göstermek değil mi?

GEÇMİŞİ ÖRTEREK DEĞİL,

GEÇMİŞLE YÜZLEŞEREK

Siyasal iktidarla kimi liberal aydınlar arasındaki son tartışma din özgürlüğü ile ilgili bir alanda olmasaydı, başkaca sorular sormak da gerekecekti. Bu tartışmanın muhafazakârlarla liberaller arasında seyrediyor olması, ister istemez bu ilişkinin çocukluk dönemini kurcalamayı gerektiriyor. 12 Eylül öncesinin sağ – sol ayrışmasından beslenen eski kimlikler, rezervler ve korkulardan kaynaklı güvensizliği de beraberinde getiriyor. Çoğu muhafazakârın eski (hatta şimdi bile) sağcı, çoğu liberalin ise eski solcu olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu tanımlamadan Liberal Düşünce Topluluğunun kurucularını ayrı tutmamız gerektiğini ilginç bir istisna olarak ifade etmeliyiz. Bu genelleme, sermaye ve piyasa ile tanışarak soldan uzaklaşanlar için bir anlam ifade etmektedir. Liberaller, sol ile bağlarını keserken, resmî ideolojiye dayalı totaliter eğilimlerle bağlarını geri dönüşü olmayacak biçimde bitirdiler. Şeriat korkusu bile, bu bağın yeniden kurulmasını sağlayamayacaktır. İktidarda olmanın dayanılmaz ağırlığı, muhafazakârlara aynı imkânı vermemiştir. Liberallerin yaşadığı kimi hayal kırıklıkları, sisteme entegre sağcı reflekslerin muhafazakâr çevrelerde güçlü bir damar olmasından kaynaklanmaktadır. Son tartışmada, önde gözüken ismin Fehmi Koru olması, bizi yanlış tanımlamalara götürmemelidir. İktidara yönelik eleştiri ve uyarılarındaki tutarlılığının acımasız boyutlara taşındığına bütün kamuoyu şahittir. İktidarı yakından tanıdığından hiç şüphemiz olmamakla birlikte, iktidarları savunmanın “deliyi savunmak” gibi zor tarafını da bizden iyi bildiği kanaatindeyim. O aslında iktidarı savunmuyor, sadece kimi liberallerin başörtüsü konusunda ki ikircikli dil geliştirmelerini eleştiriyor diyebilirsiniz. Amasız, ancaksız bir özgürlük anlayışının yerleşebilmesi konusunda bir grup Müslüman kadının imzaya açtığı bildiri, geleceğe dair ciddî umutlar taşımamıza vesile oldu. Çoğu seküler kadın örgütünün, hatta Müslüman erkek örgütlerinin benmerkezci yaklaşımına karşı sergilenen bu tutumun liberaller ve sol aydınlarca da daha fazla desteklenmesi gerekmez miydi?

Keşke 301. madde, Kürt sorununun barışçı çözümü gibi konularda sayın Koru haklı çıksa ve iktidar, liberalleri mahcup edecek adımları kararlılıkla atsa. Keşke Koru bir kez daha haklı çıksa ve liberallerin endişeleri boşa çıksa.

Ayhan BİLGEN

23.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri