Bu yazının başlığının özü, sarih bir hadis meâlidir. Evet, “Güvenilir olmak zenginliktir.” (Câmiü’s-Sağîr, No: 1667) “Güvenilirliği olmayanın kâmil imânı yoktur, ahdine sadakati olmayanın dine bağlılığı yoktur.” (Câmiü’s-Sağir, No: 3848) “Güvenilirliği olmayanın kâmil îmanı yoktur.” (Câmiü’s-Sağir, No: 3849)
Sıdk; yani doğuluk... Güvenmek ve güvenilir olmak... Yalan ve hileye tenezzül etmemek... Sade, berrak, saydam ve net olmak... Eğilip, bükülmemek, kırılmamak... Göründüğü gibi olup, olduğu gibi görünebilmek... Her an, her yerde, dik ve mert durabilmek... Şahsiyetinin, kişiliğinin ve inancının gereğini tam olarak yerine getirebilmek... Samimiyetini, ihlâsını, doğruluk ve mertliğini ve bütün mukaddesâtını her zaman ve zeminde tam olarak yansıtabilmek. Gerçek insanlık için, “kıstas”, “değer” bunlar olsa gerek! Ayakta kalabilmenin, kendi ile barışık olabilmenin, uzun soluklu düşünebilmenin sırrı bu olsa gerek.
Sahip olduğu makamı, siyasî ve mânevî gücü bir imtiyaz olarak görmeden halkın ve hakkın emrinde kullanabilmek...
İnsanlara güvenmek ve güven vermek...
Türkiye’de ve dünyada yaşanan, başta siyasî olmak üzere yaşanan son yılların akıl almaz hadiseler bir “güven bunalımına” işaret ediyor. Hâlbuki tarih boyunca, gerçek demokratik hayatta ferdin güvenliği ve yaşama hakkı ve beyanları öncelikli haktır. Ferdin, devlete veya ikinci kişilere karşı,—insanca yaşama ve hukukunu koruma konusunda—yapacağı beyanı esastır. Karşı tarafın kuruntu ve vehimleri değil!
İnancı gereği başını öttüğünü söyleyen bir bayana veya genç kıza hiç kimse başka bir gözle bakamaz. Kanunen aksi sabit oluncaya kadar bu böyledir.
Muhatapların veya üçüncü kişilerin beyinlerini okuyup hüküm çıkarma ameliyesi kimseye verilen bir hak değildir. Doğru bir yol da değildir. Bu hastalıktan kurtulmanın tek çaresi ve çıkış yolu ise “güven duygusunu” birey ve toplum olarak yerli yerine oturtmaktır. Devlet, halkına; sorumluluk taşıyanlar, personeline ve mesai arkadaşlarına güvenmek durumundadırlar.
Muhataplara, peşin hükümlü ve güvensiz bir bakış, tarafgirlik ve vehme dayanan ideolojik ve siyasî düşünce, bugünün dünyasında kesinlikle geçer bir akçe değildir artık. Makul düşüncenin, müsbet ilmin bunca yıllık tecrübenin vardığı neticedir bu.
Artık toplum hayatında, menfaat ve hırs kokan, arka gündemlerin, farklı ve belirsiz düşüncelerin, şuur altındaki şüpheli ve kaygılı fikirlerin, tarafgirlik ve kasıt kokan icraatların pabucu dama atılmıştır. Çözüm ve çare, meşrû dairedir. Çağları aydınlatan İslâmiyet’in özüne uygun hareket etmektir.
Kur’ân ve sünnete ittibânın neticesi olan, güvenli, hilesiz, yalansız, tuzaksız, dürüst, sağlam, istikametli, saydam, samimî, dostça bir hayat için çare yine semavî emirlerdir.
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da rehber alınacak önemli bir canlı lider Bediüzzaman Hazretlerinin örnek hayatıdır. “En büyük hile hilesizliktir” beliğ sözünün gereğini hayatı boyunca, devlete karşı da, millete karşı da hiç şaşmadan tatbik etmiştir. Onun içindir ki dâvâsı hâlâ, hem Türkiye’de, hem de bütün dünyada artan bir hızla yayılmaya ve kabul görmeye devam etmektedir.
Bediüzzaman’ın bu mirasına başta dindar ve demokrat siyâsîler olmak üzere, devletin ve toplumu idare mekanizmasında bulunan bütün yetkili ve sorumlu olanların dikkate almaları hem kendileri, hem bu memleket insanları, hem de bu Cennet Vatanın menfaatine olacaktır.
Güvenilirlik ve istikametli bir duruş... Kendisiyle ve hayatın gerçekleriyle ters düşmeme... Muhatap olduğu toplumun ve insanların her türlü fikrine saygı duyma ve katlanma bu güzel vatandaki bütün idarecilerin ve sorumluların dikkate alması gereken ve vazgeçemeyeceği temel bir değer ve prensip olarak tatbik edilmelidir.
Ülkemizin ve insanımızın güvenliği ve saadeti için, içerde ve dışarıdaki fesat şebekelerinin, münafık çetelerin, en büyük düşmanımız olan kendi nefislerimizdeki o meş’um his ve duyguların da oyun ve tuzaklarını boşa çıkarmanın yolu; meşrû çizgiyi aşmamak ve zorlamamaktır. İstikamet ve meşrûiyet dairesinde hareket etmektir. Yoksa yapılan bunca hizmet ve sarf edilen bunca emek ve enerji “kumistana” akmaya mahkûm olur Allah korusun. Bunun vebali çok büyüktür. Siyasî, dinî, imanî, ailevî sahada olsun durum fark etmiyor. Bu böyle biline.
Çağrımız, en başta kendi nefis ve şahsımız olmak üzere, sorumlu ve yetkili olan herkesedir. Güvenli bir hayat temennisiyle...
NOT: Yayın hayatının 39. yılına giren “Hakikatin Gür Sesi” Yeni Asya gazetesini ve ona yayın hayatı boyunca katkılarıyla emek ve mesai vermiş yaşayan bütün emektarlarını tebrik eder, nice başarılı, istikametli ve saadetli ömürler dilerken, ahirete intikal edenlere de Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ederim.
23.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|