Tıkanan başörtüsü tartışmalarıyla bir dizi gündemi devre dışı kaldı. İçte hükümetin ekonomiden sorumlu eski bir bakanının üst üste yaptığı uyarılarla ekonominin gidişatından özelleştirmenin akıbetine kadar birçok konu belirsizlik içinde.
Maliye Bakanı önce “Avrupa bankaları zarar ediyor, bu zararın ne kadar olacağını kimse bilmiyor; belirsizlik var, Mart ayında açıklayacaklar, orada da bir kızılca kıyamet kopacak” bilgisini veriyor. Ardından da ortalığı yatıştırmak amacıyla, “Paniğe gerek yok, korkuya kapılacak bir durumumuz yok” diyor.
Belli ki kamuoyu yavaş yavaş alıştırılıyor. Ancak ekonominin durumunun ne olacağı, kırılgan ortamda okyanuslar ötesinden gelen dalganın ne denli vuracağı tam bir muamma. Başbakan her ne kadar partisinin grubunda “Bakın bir şey olmadı, gürültüler boşa çıktı” deyip piyasaları rahatlatmak istese de, asıl etkinin önümüzdeki aylarda Avrupa ve Türkiye’yi sarsacağı belirtiliyor. Ne var ki, hükümet de ekonomi uzmanları da bunu kestiremiyor.
Diğer yandan yer yer hortlayan “Neron”un araba yakmalarının yanı sıra terörist başının Kenya’dan yakalanışının yıldönümünde bayrak yakmaya kadar varan terör örgütüne destek gösterileri azmış durumda. Buna, önümüzdeki ay, yeniden “Nevruz kutlamaları” da eklenecek.
Sınırötesi kara harekâtının konuşulduğu bir süreçte, Ankara’nın öncelikle dahilde fitne ve fesadı yayan ve kitleleri kışkırtıp karşılıklı kamplaşma ve kutuplaşmayla birbirine kırdırma plânının bir parçası olan bu tür bozgunculukları durdurması, açığa çıkarması gerekiyor…
* * *
Görünen o ki, hâriçten üflenen bozgunculuk ve kargaşa oyunu devam edecek. Barzani’nin birkaç haftalık “suskunluk”tan sonra bir defa daha “meydan okuması” bunun işâreti.
İçte “etnik ayrılık” üzerine politika yapan bir partinin “federasyon” talebiyle “ayrılık şarkıları”nı seslendirmelerinin maksadı da bu…
Bu arada, Amerikalı yetkililer peşpeşe Ankara’ya geliyor. Bu gelişlerin maksadının Türkiye’nin Müslüman komşu “İran operasyonu”na ortak edilmesi olduğu şimdiden kulislerde konuşuluyor…
Kosova’nın bağımsızlığı konusundan, Pakistan ve Ermenistan’daki seçimlerin yankılarına, Almanya’daki kundaklamaların ısrarla Türkiye’yi Almanya üzerinden AB’den koparma senaryosuna kadar bir çok senaryo içiçe sahnelenmekte.
Başbakan’ın Sarkozy ve Merkel’e yapacağı üçlü zirveyi iptal etmesinin, daha önceki AB’ye sert çıkışlarına, rest ve çıkışlarına yenilerini eklemekte…
Diğer yandan, çokça tartışılan “vakıflar yasası”, yeni bir problemin habercisi. Türkiye’deki azınlık cemaatleri, vakıflarının mülk edinmeleri ve malları üzerinde serbestçe her çeşit tasarrufta bulunmalarının neyi getirip ne götüreceği tartışma konusu.
Buna bağlı olarak, Yunan Başbakanı Karamanlis’in ziyaretiyle gündeme gelen “ruhban okulu”nun mâhiyeti ve Patrikhanenin “ekümeniklik” statüsündeki ısrarının baş ağrıtacağı anlaşılmakta. Başbakan ve Dışişleri Bakanı her ne kadar bunu Patrikhanenin ve Rum cemaatinin “iç meselesi” olarak geçiştirseler de, bu hususun her fırsatta Türkiye’nin önüne çıkacağı görülmekte…
Keza, AB’nin şaşırtılmasıyla Başbakan’ın “yeni Alevî açılımı”yla gündeme getirilen Alevîliğin İslâm’dan ayrı bir “din” gibi lanse edilmesi ve Alevîlerin “azınlık” duruma düşürülmesi tuzağına karşı ciddî bir tedbir alınmış değil.
Yine bütün Türkiye için tamamen bir demokratikleşme ve özürlüklerin genişletilmesi ve ideolojik devlet zihniyetinin tasfiyesi sorunu olan “Güneydoğu meselesi”nin çarpıtılmasıyla, bin senedir Türklerle birlikte yaşamış ve omuz omuza savaşmış, yan yana şehid düşmüş bu ülkenin aslî unsuru Kürtleri “koparma” komplosuna karşı uluslararası arenada ve AB zeminlerinde gerekli ciddî girişimlerde bulunulmuş değil…
* * *
Ankara’nın öncelikle AB mercilerini esaslı tezlerle ikna etmesi lâzım.
Türkiye’de başörtüsü yasak olmadığı halde, hükümetin AİHM’e sunduğu “savunma”da başörtüsünün “siyasî simge”, “laikliğe aykırı” ve “gerginlik sebebi” yakıştırmasıyla yasaklanmasının “yasal” olduğu saptırması, içte ve dışta ne tür sıkıntılara sebebiyet verdiği görüldü.
Bunun içindir ki, AKP siyasî iktidarı, “Ne yapalım, Avrupalılar istiyor” diye kolaycılığa kaçmamalı. AB’nin yanlış telkinlerle saplandığı yanlışlarını düzeltmeli, Türkiye’nin haklı ve doğru tezlerini izâh etmeli…
Alevîliğin İslâm’dan ayrı bir olmadığını, Alevîlerin “azınlık” olmadığını tarihî ve sosyolojik dayanaklarıyla belirtmeli.
Bunun gibi, Kürt vatandaşların hiçbir ayırıma tabi tutulmadığı ve tarih boyunca Türklerle birlik ve beraberlik içinde yaşadıkları, “ayırımcılık” saptırmasının azınlık bir grubun ajitesi olduğu ve “gayr-ı Müslim azınlıklar”ın dışında, Türkiye’de azınlık bulunmadığı belgeleriyle ortaya koymalı…
Ankara’nın görevi bu. Hükümet, Meclis Komisyonları ve Dışişleri bunun için var; emr-i vakileri ve saptırmaları kabullenmek için değil…
23.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|