Hakperest olmak, doğru olanı söylemek, merdâne bir duruş sergilemek, güzel ve arzulanan hasletlerdir. Her hâlükârda dik durabilmek, her zaman ve zeminde zikzak yapmadan doğru bir tavır içinde olmak, gerekli hâl ve davranışı gösterebilmek aranan ve belki de hasretini çektiğimiz davranışlardır.
Böylesi bir hâl ve davranış içinde bulunmayı prensip haline getirmenin mutlaka bir bedeli, bir karşılığı olacaktır. İşte muhtemel bedel ve faturalara rağmen hakperestlikte, merdâne duruşta ısrar etmek fevkalâde imrenilecek bir hâldir.
Kolay değil elbette her hâlükârda merdane bir duruş içinde olmak; zordur elbette her güçlüğü, her tehlikeyi göze alarak hakperest olmayı tercih etmek. Karşılığında bazen eziyet, bazen sürgün, bazen dışlanmak vardır. Bazen “dokuz köyden” kovulmak vardır. Böyle zor, uzun ve ince bir yolun yolcusu olmak, her adamın kârı olmadığı gibi, öyle sıradan insanların da işi değildir. Belli bir dâvâsı, belli bir hedefi, inandığı bir ideâli olan insanların işidir.
Geçmişte vardı dâvâsı uğruna hayatını vakfeden, ölümü hiçe sayarak, doğru yolda yürüyen İslâm kahramanları. Bütün peygamberler ve onların vârisleri, Sahabe-i Kiram, İmam-ı Rabbânîler, İmam-ı Gazalîler, İmam-ı Azamlar... Son asırda da Bediüzzaman ve onun sâdık talebeleri...
Ama bir gerçek var ki, günümüzde böyle hayatını dâvâsına gözünü kırpmadan fedâ eden, hakperestliği şiâr edinen kahramanlar olmadığı gibi; onları rehber edinen, onların arkasından gitmeyi göze alan insanlar da neredeyse kalmadı gibi.
Bu asır, deyim yerinde ise, dâvâsı uğruna birşeylerini fedâ etmeyi göze alabilen, sözünün arkasında durmayı prensip edinen merdâne insanların özlemini çekiyor.
İtiraf etmeliyiz ki, zaman ve zemine göre renk değiştirmek, konjonktüre göre yön tayin etmek, esen rüzgâra doğru yelkenleri açmak bir çok insanın huyu ve mizacı haline geldi.
Sebat, sadakat, metanet gibi altın değerindeki duygular; inat, sabit fikirlilik veya aşırı bağımlılıkla anılmaya başlandı.
“Zikzak çizmek”, “yalakalık”, “yamukluk”, habire yön ve yol tayininde bulunmak, gözü açıklık, işini bilirlilik olarak tavsif edilmeye başlandı.
Günümüzde merdâne duruşun, doğru yerde doğru söz söylemenin manileri de çoğaldı. Bazılarını, önüne konulan maddî imkânlar; bazılarını, kendilerine sunulan makam-mevkîler; kimilerini de, derd-i maîşet gibi maniler, doğru yerde doğruları söylemekten alıkoyuyor.
Bütün bunlara “nemelâzımcılık” veya “vurdumduymazlık” ya da “korku ve cebânet!” gibi sârî marazları da eklemek lâzım.
Peki günümüzde hakperestliği dâvâ edinen, her hâlükârda doğruları söylemeyi şiâr edinen insanlar yok mu?
Bu suâle karşı, benim acizâne cevabım: Var, ama çok az...
Kısacası, bu zamanda merdâne duruş ve düşüncelerin özlemini çekiyoruz.
24.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|