“Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas,
batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir
cihette yutar.” (Bediüzzaman)
İnsan yapısı gereği pekçok şeyden hüzün duyabilen bir varlık. Meselâ geçmişte yaşadığı ve artık değiştirme imkânı olmadığı şeyler için sürekli ‘keşke’ diye dövünebiliyor. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of of” deyip dünyaya yerleşemiyor. Hayatının ve duygularının önemli miktarda bir kısmını, bir noktada batırdığı için boşu boşuna harcayabiliyor. Her ne kadar dilimizde, ‘olmuşa ve ölmüşe çare yoktur’ gibi bir atasözü bulunsa da insan olmuş bitmiş şeylerin ardına düşüp her seferinde üzüntü duyabiliyor.
Meselâ çok mutlu olmayı hayal ettiginiz bir günde hüzün yazılmıştır yazgınıza. Sezar misâli en güvendiklerinizin ihanetine uğramışsınızdır. Sürekli o ânı düşünüp hüzün duymak yerine, ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ deyip gülüp geçebiliyorsanız, o noktada takılıp kalmamışsınız demektir. Unutmayalım ki, bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir. Allah bizi bizden daha iyi bilir. Bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, değişik durumlar içerisinde imtihan eder. Bunun içindir ki, belli zamanların acısını kambur gibi ömür boyu sırtımızda taşımak yerine kadere iman edip, kederden kurtulmak gerek.
Hayat, doğrusal bir düzlemde devam etmez. Düzlükler olduğu gibi aşılması gereken tepeler, krizler de vardır. Kimi zaman çukura girer insan, kimi zaman tepelere çıkar. Bazen düzlük gözüken tepeler veya tepelik gözüken düzlükler de olabilir. Zira her zaman göründüğü gibi değildir herşey.
Şarkıda geçtiği gibi bazen de daha fazladır herşey.
Boğulur gibi hisseder insan bazen kendini. Hayatı, yaşama mahkûmiyet gibi algılar. Eşyalar üzerine gelir. Oysa çoğu zaman tam bitti derken başlar yeni umutlar. Kazancakis’in dediği gibi: İnsan, uçurumun kenarına varmadan kanatlanmaz.
Yakın zamanda okuduğum hikâyelerin birinde uçurumdan aşağı düşerken ortada bir dala tutunan bir adamın durumundan bahsediliyordu. Adam aşağıya bakar, metrelerce derinlik ve dibinde de sivri kayalar. Yüzünü göğe dönerek ‘Ey Allah’ım kurtar beni’ diye bağırarak yalvarır. Sonunda, ta yukarılardan, gökten bir ses duyar: ‘Ey kulum, dalı bırak!’. Herşeyi sebepler dairesinde arayan adamın aklına bu fikir mantıklı gelmemiş olacak ki, dalı bırakmak yerine ‘Gerçekten mi ey Allah’ım?’ der. Sanki Allah kulunu kurtarmak için sebepler dairesinde harekete mecburmuş gibi... Sanki dalı bıraksa Allah O’nu kurtaramayacakmış gibi...
Bizim durumumuz da uçurumdan düşen adamın durumu gibi aslında. Allah’ın illâ seveceğimiz şartlarda rahmet etmesini umuyoruz. Oysa O Hakîm’dir. Hikmetinden suâl olunmaz. Karlı kış mevsiminin içerisinde bize bahar mevsimlerini saklamış olabilir.
Bugünlerde karlar kapladı dört bir tarafı. Beyaz rahmet etrafımızı kuşattı. Normal zamanlarda araçlarla süratle geçilen yollar, ancak adım adım gidilebiliyor. Araçlar dikkatle yol almaya çalışırken, yayalar da karda yürürken yere daha bir dikkatli basıyorlar.
Hayat da bir anlamda karda yol almak gibi aslında. İnsan her hareketinde, her halinde dikkatli olmak zorunda. Bir anlık gaflet batmaya veya düşmeye sebep olabilir. Daha az düşmek için, batmamak için, daha dikkatli basmalı hayat basamaklarına.
Ve her ne sebeple olursa olsun, düşerse insan, yeniden kalkmasını bilmeli. Unutmamak gerekir ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir sabahı vardır.
24.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|