Özellikle ihtisas isteyen meselelerde, altından kalkamayacak bir kimsenin o işe tayini söz konusu olduğunda söylenen “Adama iş değil, işe adam tayin etmek lâzım” ifadesi büyük bir anlam kazanıyor.
Ehliyet ve ihtisasa saygının güzel bir ifadesi bu. İhtisas asrında yaşıyoruz. Herkesin her şeyi anlamadığı bir hakikat. Maharet, ehliyet ön plana geçti. Modern dünya bu noktaya gelinceye kadar az mücadele vermedi. Düne kadar siyahların ikinci sınıf sayıldığı Amerika’da bugün siyahlar da bakan olabiliyor, başkanlığa soyunabiliyor.
Demek ehliyet, ihtisas söz konusu olduğunda ırkın, rengin hiçbir önemi yok. Yapılacak işin üstesinden gelebilecek kişinin bulunması önemli. Allah Resûlü (asm), kendisinden idarecilik isteyen Ebû Zer’e işin ağırlığı sebebiyle altında ezileceğini hatırlatmamış mıydı?1
Kur’ân, açıkça emanetleri ehline vermeyi emrediyor.2 Birgün Kâinatın Efendisi (asm), “Emanet zayi edildiğinde Kıyameti bekle!” buyurduğunda, “Emanet nasıl zayi ediler?” diye soruluyor, Efendimiz de (asm), “İş ehil olmayanlara verildiği zaman”3 diye cevap veriyor.
Bu hakikatlerin ilk uygulayıcısı Allah Resûlü (asm) olmuş, Sahabe de aynı yolda yürümüştü.
Mısır’ın fethi günleriydi. İslâm komutanı Amr bin As, barış teklifi için Mukavkıs’a Ubade bin Samit başkanlığında bir heyet göndermişti. Ubade bin Samit kara, iri yarı birisiydi. Mukavkıs onu görünce irkildi, böyle biriyle konuşmayı gururuna yediremedi. Siyahî oluşunu ileri sürüp onunla konuşmayacağını, başka birinin gönderilmesini istedi.
Heyettekiler bunu kabul etmediler. “Olmaz” dediler. “Çünkü o bizim efendimizdir. Bizden daha ilerdedir. İçimizde en iyi düşünüp karar verebilen ileri görüşlü birisidir. Bunun için de komutanımız başımıza onu seçti ve sözlerini dinlememizi emretti.”
Mukavkıs, kabulleri ve inançları gereği gerçeği bir türlü göremiyor, “Ben bu adamla görüşmem” diye diretiyor, “Böyle birinin önünüzde olmasına nasıl razı olabiliyorsunuz? O sizden sonra olmalıdır” demeyi de ihmal etmiyordu.
Heyettekiler de, “Aslâ ondan vazgeçemeyiz” diyorlardı. “O kara bir adamdır, ama içimizde mevki, ilim, düşünce ve birçok meziyeti itibariyle bizden daha ilerdedir.”
Bu hakta sebat sonunda Mukavkıs’ı yola getirmiş, oturup konuşmuştu.4
Sahabe dönemindeki bir uygulama bu. Hayat dini olan İslâmın emirlerine sıkı sıkıya bağlı olan Sahabenin kısa zamanda dünyanın dört bir yanına ebedî hakikatleri duyurmasındaki sır bu örnekten bile anlaşılmıyor mu?
Osmanlının yükseliş dönemlerinde de bu hakikatlere dört elle sarılınmış, kim olursa olsun işin ehli ise o işe getirilmiş ve her sahada başarı elde edilmişti.
Batının yeni yeni kavramaya çalıştığı bu fıtrî, aklî ve ilmî gerçeği İslâmın bin dört yüz sene önce getirmesi insanlığın bu hakikatlere sahip çıkmada gecikmemesi gerektiğinin de bir göstergesi değil midir?
Dipnotlar:
1- Müslim, İmare: 16; Müsned, 5:173.
2- Nisa Suresi: 58.
3- Buharî, İlim: 2.
4- Mecelle-i Umûr-i Belediye, 1225.
24.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|