Sınır ötesi kara harekâtı devam ederken, Genelkurmay, terör örgütüne ağır kayıplar verildiğini bildirdi. Harekâtın dördüncü gününde 63 hedefin vurulduğu, 112 teröristin öldürüldüğü ve 15 şehid verildiği açıklandı.
Türkiye, Anadolu şehirlerine getirilen şehidlere ağlarken, kamuoyunda harekâtın ne getirip, ne götüreceği henüz tartışılmıyor. Ne var ki, Türkiye’nin Afrika ve Ortadoğu’ya yönelik “yeni açılımı” çerçevesinde Cumhurbaşkanı Gül’ün ertelenen Afrika gezisini en kısa zamanda yapacağı açıklanırken, bu süreçte Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Saleh’in Ankara'ya gelmesi dikkat çekici.
Saleh, Başbakan Erdoğan ve Avrupa’nın Sarkozy’den önceki ilk “Bush hayranı” İtalyan eski Başbakanı Berlusconi’yle birlikte Kuzey Afrika’yı da içine alan “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı.
Bu açıdan, Gül’ün Afrika gezisi öncesi Saleh’in ziyaretinin Kuzey Irak’taki harekâtın arka plânının konuşulduğu bir sıraya denk gelmesi, Irak işgalcisi ABD ve işgal ortaklarının “Türkiye’den beklentileri” hakkında bazı “ipuçları” veriyor…
* * *
Bilindiği gibi, son Ortadoğu turunda petrol fiyatlarından şikâyetçi olan Bush, Suudî Kralı Abdullah’tan OPEC’in vanayı açıp petrolü ucuzlatmasını istemiş ve Amerika’daki ekonomik krizi aşmak için yüklü miktarda silâh satışı yapmıştı.
Bush bununla da kalmamış; Cumhurbaşkanı Gül’le aynı güne “rastlayan” Mısır ziyaretinde, Amerika’da büyük tartışmalara yol açan, yüz milyarlarca dolarlık büyük masraflara mal olan ve kayıpları üç bini aşan Irak’taki işgal gücünün yerini Müslüman ülkeler olarak “Türkiye’nin Mısır’la birlikte doldurması”nı gündeme getirmişti.
Keza, Gül’ün Katar ziyaretinde, bu ülkenin ABD ile ortak LNG yatırımları çerçevesinde doğalgaz havzasının öteki tarafındaki İran’a karşı kullanılması söz konusu olmuştu.
Gerçek şu ki Amerikan yönetiminin, yıllarca Bekaa Vadisi’nde, Kuzey Irak’taki kamplarda, Kandil Dağı’nda himâye edip palazlanmasına göz yumduğu terör örgütünü Bush’un ağzıyla “düşman” ilân edip tasfiyesi için “istihbarat desteği” vermesinin bir “karşılığı” olmalıydı. Çünkü ABD hiçbir şeyi “karşılıksız” vermezdi ve mutlaka “çıkarı”nı her şeyden önce tutardı…
Tıpkı Ronald Reagan’ın hayalini kurduğu “Yıldız Savaşları” için uzaya yüzlerce “casus uydu” gönderen ABD’nin, uydunun arızalanıp başa belâ olması, dünyanın, belki de Amerika’nın başına düşmesi tehdidine karşı denizden fırlatılan füzeyle vurması gibi, yıllarca istimal ettiği “terör örgütü uydusu”nu vurmasını “desteklemesi”nin bir sebebi olmalıydı.
Peki, 65 generalini konuşlandırdığı Ankara’da âdeta bir “küçük Pentagon” kuran ABD’nin, Türkiye’ye “istihbarat desteği” vermesinin maksadı nedir? Bunda çıkarı ne olabilir?
Belli ki neoconlar, Amerika’daki başkanlık seçimleri öncesi, kontrollerindeki Irak’ta conilerin bir kısmını çekecek, yerine Türk askerini koyma peşinde. Okyanuslar ötesindeki çıkarlarını “güvence” altına almanın, hiçbir riske girmeden, 30 yıllık uyduruk anlaşmayla Cheney’in şirketlerinin de aralarında bulunduğu uluslar arası sermayenin ağababaları Amerikan petrol holdinglerinin kaptığı petrol ihâlelerini korumanın gayesinde...
300 bin askerle tutunamadığı Müslüman Irak’a karşı asırlarca bu bölgeyi bir “vilâyeti” olarak adaletle yönetmiş Osmanlının mirâsını devralan Müslüman komşu Türkiye’yi “taşeronu” yapmak. Teslim aldığı halde bir türlü oluşturamadığı “sömürgeciliği”ni yerleştirip devam ettirmek.
En vâhimi, Mehmetçiği, işgale karşı ülkelerini savunan “direnişçi” ve hatta “isyancı” dediği Irak halkıyla karşı karşıya getirtmek. İstediği zaman değiştirdiği ve tamamen Washington’a bağlı güdümündeki yönetimi kollamak…
* * *
ABD, “stratejik müttefiki” Türkiye’ye bu “görevi” vermekle de yetinmiyor; ayrıca Türkiye’nin terör örgütüyle mücadelesini, İran’a saldırma senaryosunda istimal etmeyi plânlıyor. “ABD ile terörle mücadele” ortaklığı perdesinde…
Oysa, ABD ile Türkiye’nin “terörle mücadeledeki ortaklık” ve “işbirliği” iddiası, hiçbir ortak yanı olmayan bir uydurmadan ibâret. Zira ABD’nin İran’ın da bîzar olduğu ve her fırsatta bombalayıp imhasına çalıştığı PKK–PEJAK’ın tasfiyesine karşı olmadığı ortada.
Türkiye’nin terörle mücadelesini öteden beri “ABD’nin terörle mücadelesi”yle aynı anlama çekme oyununun altında da bu yatıyor. Oysa, İran’ın karşı koyduğu PKK’nın İran kolu olan PEJAK, ABD tarafından hâlâ hararetle destekleniyor. Ve Türkiye’ye yönelik terörle ABD’nin daha çok yine kendi icâdı olan “El Kaide” ve benzerî örgütler arasında hiçbir bağ bulunmuyor.
Görünen o ki, PEJAK’ı İran’a karşı kullanmayı sürdüren ABD’nin, “işi bittiği” ve “kullanma miâdı” dolduğu için PKK’yı “düşman” ilân etmesinin “bedeli” ağır olacağa benziyor.
Sınır ötesinin ardından Türkiye’den bu “bedel”in “Irak işgaline ortak” ya da “İran saldırısına destek”le ödenmesinin istenmesi, doğrusu dehşet verici…
Şehid kanı hiçbir emperyalist gücün menfaatine “bedel” olamaz. Ankara, bu “bedel”in bedelini düşünmeli…
26.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|