Meclis'teki mutlak çoğunluğun kararına, Cumhurbaşkanlığının hiç itirazsız onayına ve ilgili kànunların Resmî Gazetede yayınlanmasına rağmen, üniversite öğrencilerinin başörtüsü sıkıntısı devam ediyor.
Ne YÖK'te bir müşterek fikir ve hareket var, ne de rektörler arasında... Gelişmeler karşısında duyulan hayret ve taaccüp, kız öğrencilerin sıkıntısına paralel şekilde artarak devam ediyor.
Bazı rektörlerin tavrına bakıldığında açıkça anlaşılıyor ki, bu ülkede Anayasaya da, Meclis'in iradesine de, devletin zirvesi Çankaya'ya da saygı duymayanlar var.
Hatta, bırakın saygıyı, bunlara hiddetle muhalefet eden, alenen karşı tavır koyan ve âdeta kànun hakimiyetini hiçe sayanlar bile var.
Elbette ki, her hükümette, her rejimde muhalif kimseler bulunabilir. Bunlar, aykırı fikirlerini bir şekilde ortaya koyabilir. Demokrasilerde, bu durum gayet normal karşılanır.
Ne var ki, demokratik bir ülke olan Türkiye'de şu günlerde sergilenen tablonun mahiyeti gibi boyutları da çok farklı görünüyor.
Bakınız, kimi üniversite rektörleri, kendi yetki ve iradesini Meclis'in iradesinden üstün tutma zehabına kapılıyor. Hür iradenin tecelligâhı olan Meclis'e adeta kafa tutuyor. Ve âdeta "Sen ne yaparsan yap, ben senin her kararına uymam" demek istiyor.
Hani, resmiyetle işi gücü olmayan sıradan bir sivil vatandaş olsa, bu tutumu bir dereceye kadar mazur görebilirsiniz.
Peki, ya devletin resmî görevlisi olan ve bu milletin vergileriyle maaşını alan birileri bunu nasıl yapar, nasıl yapabilir?
Ama, yapıyor ve yapabiliyor demek ki... İşte bu durum, maalesef ciddî krizlere yol açabilecek bir sancının vahim işaretleri gibi görünüyor.
Bundan en çok zarar görecek gibi görünenler ise, ne yazık ki yine başı örtülü öğrenciler olacak.
Zira, kavga, münakaşa, zıtlaşma, tartışma.... tümüyle onların bu temel hakları üzerinden yürütülüyor. Ve yine maalesef, hemen her defasında mağduriyet gelip yine onları buluyor.
Onlara tavsiyemiz, asıl mahiyeti gibi neticesi ve nihayeti de henüz kestirilemeyen ve bu sebeple kaotik bir sürece giren "başörtüsü meselesi"nde, gerek arkadaşları, gerek öğretmenleri veya idarecileriyle herhangi bir zıtlaşma, yahut restleşme havası içine girmesinler. Zira, bazı siyasî emellere âlet olma ve sonunda da orta yerde sahipsiz kalma riski altındalar. Aynen, yakın geçmişte yaşandığı gibi...
Bir temel insan hakkı, böyle siyasî çekişmelerin malzemesi olmamalıydı. Ama maalesef oldu; olmaya da devam ediyor. Bu sebeple, son derece ihtiyatlı olmalı ve müteyakkız davranmalı.
Tarihin Yorumu 26 Şubat 1992
Hocalı'da Rus–Ermeni vahşeti
Yakın tarihin kaydettiği ender katliâmlardan biri de, 1992 yılı 26 Şubat'ında dağlık Karabağ bölgesi Hocalı Köyü ve çevresinde yaşandı.
Bölgede bulunan Rus ordusuna bağlı bir askerî birliğin (366. Rus Motorize Alayı) desteğini de alan silâhlı Ermeni gruplar, bir gece yarısı baskınıyla savunmasız Hocalı Köyü halkı üzerine ateş yağdırmaya başladı.
Kadın–çocuk demeden, gece ve gün boyu katledilen mâsum insan sayısı 600'ü geçerken, kayıp ve yaralı kurtulanlar da eklendiğinde, bu rakam binlere ulaşıyor.
1988'deki Halepçe katliâmını andıran bu insanlık dışı cinayetin hesabı, ne yazık ki hâlâ sorulabilmiş değil.
Kıyım ve kırım harekâtı
Hocalı'da vaktiyle 7000 civarında Azerî Türk nüfusu yaşıyordu.
Sovyet Rusya'sının dağılmasından sonra, Ermeniler, Dağlık Karabağ Bölgesini bütünüyle tahakkümleri altına almaya yöneldi. Bu zâlimane tahakkümden, haliyle Hocalı ve çevresi de nasibini aldı.
Karabağ Bölgesi Ermeniler’in eline geçmeden önce (Eylül 1991), Hocalı’da 7000 civarında Azerî Türk nüfusu yaşıyordu. Baskılar kıyıma dönüşüp nüfus göçü başladıktan bir sene sonra, bu nüfus maalesef yarıyarıya düşmüş oldu. Katliâmın yaşandığı tarihte ise, Hocalı'da yaklaşık 3000 Azerî yaşıyordu.
Yanlarına kâr kaldı
Ruslarla Ermeniler'in Hocalı'da yaptıkları katliâm, ne yazık ki yanlarına kâr kaldı. İnsanlık, bu cinayetin hesabını onlardan sormadı, soramadı.
Ne acıdır ki, bu katliâmın yaşandığı sırada, Hocalı kasabası ne Azerbaycan'ın, ne bir başka ülkenin koruması altında bulunuyordu. Tamamen savunmasız ve korumasız bir haldeydi.
İşte, Ermeniler de bu fırsattan istifade ile, tam bir zorbalıkla hem bu bölgeyi ele geçirmiş oldu, hem de Karabağ'daki kendileri dışında kalan diğer bütün unsurlara bir nevi gözdağı vermiş oldu.
Yaptıkları bu katliâmla, "Şayet sesinizi çıkarır ve bize itaat etmezseniz, sizin âkıbetiniz de böyle olur" demek istediler.
Çok acı ve elem vericidir ki, bundan 16 sene evvel işlenmiş olan bu kanlı vahşete, dünya ülkeleri insanlık âlemi hâlâ seyirci vaziyette duruyor.
26.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|