Avrupalı düşünür Edgar Morin, Batının, medeniyetin özellikle maddî ve teknik yönünü geliştirdiğini, mâneviyât gibi konularda tamamen bir azgelişmişlik hâli sergilediğini söyler. Morin, Le Monde’da verdiği, Mostar dergisinde de yayınlanan röportajında, teknik ve ekonomik gelişmelerin halkın bir kısmına refah getirdiğini, ama mânevî huzur sağlayamadığını; olumlu etkilerinden çok olumsuz etkileri görülen Batı medeniyetinin bir reformdan geçmesi gerektiğini belirtir.1
Harvard Üniversitesi Visual and Environmental Studies Bölümü öğretim üyesi Dr. Nan Burks Freeman da, “Bu toplumun bunalım içinde olduğunu görmek çok büyük eğitimi gerektirmiyor. Hemen herkes, onu fark eder”2 diyor.
Ancak, Batı, inat ve gururu yüzünden itiraf edemiyor! Hâlâ “medyatik” oyunlarla hem dünyayı, hem kendilerini aldatıyor. Beynelmilel fesat şebekeleri, İslâm ülkelerindeki Müslümanların maddî yöndeki perişan hâlini sık sık ekranlara, gazete sayfalarına aktararak yanıltıyorlar. Müslüman coğrafyalarda yaşayan gayr-ı müslim veya ateistlerin ahlâk ve davranışlarını da Müslümanlıktan kaynaklanıyor gibi göstererek, İslâmiyete olan teveccühleri kırmak istemeleri gözlerden kaçmıyor.
Oysa Batı, ıztırabını çektiği hastalıkların mikroplarını, bizzat kendisi üreterek bulaştırmakta ve kendi kendini zehirliyor. Batı medeniyetinin bunalımının sebebi, fazîlet ve hüda üzerine değil, beş menfî esas üzerine oturmuş olmasıdır. Zirâ, dayanak noktası “kuvvet”, hedefi “menfaat”tir. Hayatı “mücadele” olarak görür. Kitleler arasındaki bağı, “menfî milliyet ve ırkçılık”, çekici ve sihirleyici hizmeti, “hevâ ve hevesi harekete geçirmek, kötü arzuları tatmin etmek ve kolaylaştırmak”tır.
* Batı medeniyetinin dayandığı nokta: Kuvvet
Bu anlayışa göre, kuvvetli olan daima haklıdır. Sonuç olarak da kuvvetli zayıfı hâkimiyeti altına almakta, ezmekte, sömürmekte ve köleleştirmektedir.
* Hedefi: Menfaat
Bir yerde menfaat varsa boğuşma da vardır. Menfaatperestlik, zahmet ve sıkıntıyı da beraberinde getirir. Sadece zahmet ve sıkıntıyı mı? Nice cinâyet, işkence, eziyet, çıkar kavgaları “menfaat” ağacının acı meyveleri değil mi?
* Kitleler arasındaki bağı: Başkasını yutmakla beslenen Irkçılık ve menfî milliyet
Bu da boğuşmalara, haksızlıklara, zulümlere ve dolayısıyla insanlığın mutsuzluğuna sebeptir.
* Hayattaki en büyük prensibi: Çarpışmak
Hayatı bir çarpışma, mücadele kabul etmenin âkıbeti, kavga, gürültü, ayrılık, düşmanlık, kin, nefret, ezme ve ezilmedir. Bu, Batı cemiyetinin her kesiminde yaşanmaktadır.
* Batı medeniyetinin çekici ve sihirleyici hizmeti: Hevâ ve hevesi harekete geçirmek, kötü arzuları tatmin etmek ve kolaylaştırmak
Bu görüşün yüksek insânî duyguları mahvettiği; alçalttığı; sefil, rezil ettiği açık. Hamuru “hevâ ve heves” ile yoğrulan bir toplumda, “egoizm ve şahsî çıkarlar” ön plâna çıkar. Ardından sosyal fâcialar başgösterir. Bu anlayışın insanlığa yegâne armağanı insan rûhunu ve iç dünyasını tamamen boşaltılmış kof ve çürük bir ağaca döndürmekten ibarettir.
Avrupalı düşünür Edgar Morin, Batının, medeniyetin özellikle maddî ve teknik yönünü geliştirdiğini, ama maneviyât gibi konularda tamamen bir azgelişmişlik hâli sergilediğini belirterek, “Bu hususlarda başka medeniyetlerden destek alınabilir” dedi. Morin “Bugün olumlu etkilerinden çok olumsuz etkileri görülen Batı medeniyetinin bir reformdan geçmesi gerekiyor” diye konuştu.
Said Nursî ise, Batı medeniyetinin insanlığın huzurunu kaçırdığını şu sözleriyle ifade etmişti: “Bu medeniyet-i hâzıra (şimdiki medeniyet), beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh (sahte) saadete çıkarmış; diğer onu da, beyne beyne (ikisinin arasında) bırakmış. Saadet odur ki, külle (herkese), ya eksere (çoğunluğa) saadet ola. Bu ise, ekall-i kalîlindir (azın da azınındır) ki, nev-î beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal (en azından) ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.”3
Yine Nursî, Batı medeniyetini “kurtlaşmış bir ağaca” benzeterek çökeceğini ve yerini İslâm medeniyetinin alacağını;4 İslâmın parlayıp Müslümanların yükseleceğini müjdeler.5
Dipnotlar: 1- Yeni Asya, 20.02.2008.; 2- Zaman, 26 Haziran, 1995.; 3- Sünûhat, s. 59.; 4- Tarihçe-i Hayatı, s. 120.; 5- Şuâlar, s. 497-515; Mektûbat, s. 60.
26.02.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|