28 Şubat sürecinde “iç düşman” icâdıyla “düşman” değiştirilerek mevhum “irtica”nın “birinci düşman” ilân edilmesi, toplumu ortadan kırıp dibe vurdurdu. Medya ile birlikte yürütülen amansız psikolojik harekâtla milleti birbirine kırdırma taktiği güdüldü.
Uluslararası sermayenin uzantısı büyük holdingler hesabına Anadolu sermayesi itilip kakıldı. Her darbe ve ara dönem öncesindeki “sağ- sol çatışması” gibi, halkı “laik - anti laik kutuplaşmalar”la ayırma oyunu sahneye konuldu.
Televizyonlar, gece gündüz, bin bir çeşit asparagasla tahrikte bulundu. Yargıçlar, işadamları, rektörler, gazeteciler “irtica brifingleri”ni dakikalarca ayakta alkışladılar. “Batı Çalışma Grubu” benzeri hukuk dışı fişleme yapan emr-i vaki dayatmalarla demokrasi, hukuk ve insan hakları ayaklar altına alındı…
* * *
Ve 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerine mâruz kalan Demokrat Parti ve Adalet Parti’nin siyasî misyonunu yüklenen iktidar ortağı Doğru Yol Partisi’nden kırk milletvekili istifa ettirilerek Türkiye’de siyasetin omurgası tasfiye edilmek istendi.
Zira Türk siyasetini, sinsî bir tahterevalli oyunuyla, asimetrik tahrikle karşılıklı kışkırtarak milleti kamplara bölmenin yolu, devletle milleti barıştıran ve buluşturan temel siyasî zeminleri tahripten geçerdi.
“Postmodern darbe” bu tahribi fazlasıyla yaptı. Öylesine ki, bu safhada daha önce AP tapulu arazisi üzerine gecekondu konduran 12 Eylül’ün siyasî aktörü ANAP’ın da başında ve içinde bulunduğu “Anasol-D” ve “Anasol-M” “siyasî aktörleri” türetildi.
Ne var ki, bu siyasî aktörlerin “miâdı”nın dolmasıyla bu kez antidemokratik dayatmalarla meydana getirilen mağduriyetler, bir başka “siyasî muvazaa”nın teşkilinde istimal edildi…
Görünürde Refah Partisi’ne karşı yapılıp Erbakan’ı devre dışı bıraktıran darbeyle, büyük bir ekseriyetinin yılların MSP-RP-FP siyasî çizgisinden, “din nâmına siyaset” yapan partilerden gelenlerin çekirdeğini oluşturduğu AKP, kurulup kısa zamanda iktidara getirildi.
Refahyol döneminde bazı bakan ve milletvekillerinin eşlerinin başlarının örtülü olmasına “veryansın” edip, “laiklik elden gidiyor” terâneleriyle ortalığı velveleye veren mihrakların, AKP’ye arka çıkmaları dikkat çekici idi. 28 Şubat’ın “baş mimarı” Em. Org. Çevik Bir’in, ABD’nin Balkanlar ve Kafkasya’daki “stratejik vizyonu”nu anlattığı toplantılarda AKP hükûmetini “iyi ve başarılı” bulması ibret vericiydi.
İsrail eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Alon Liel’in daha ilk başta “Erdoğanizm Kemalizmin bir versiyonudur” deyip “çağdaş Kemalizm”in “ikinci Özal” Erdoğan’ın “yenilikçi” ve “değişimci” yeni partisiyle Müslümanları iktidarın rant ve “nimetleri”nden istifade ettirip dünyevîleştireceğini belirtmesi, bu açıdan anlamlıydı.
Gerçek şu ki, Özal’ın “transformasyon” paravanındaki “modernleşme” ve “sekülerleşme” hamlesi, bütün hızıyla sürüyor. Bu kez “sivil siyaset” üzerinden millete “balans ayarı” yapılıyor…
Belli ki, dün “RP bahanesi”yle DYP’ye darbe vuran darbecilerin derdi, iddia ettikleri gibi “irtica” da değilmiş. Şirketlerinin ortak olduğu ve hesabına çalıştıkları küresel gücün çıkarlarına ortam hazırlamakmış…
Anlaşılıyor ki, çeşitli “projeler” perdesinde Türkiye’nin “Amerikan İslâmı” ya da “ılımlı İslâm” saptırmasıyla küresel sermayeye peşkeş çekilmesi hedeflenmiş. Bunun içindir ki, milletin menfaatlerini üstün tutan ve bu oyuna gelmeyen partiler ve hükûmetler bin bir komployla sahne dışına itilmiş…
* * *
Bundandır ki, iç ve dış politikada tam bir arbede yaşanıyor. Türkiye’nin hak ve menfaatleri, bölgenin geleceği küresel güçlerin insafına bırakılmış.
Meselâ son iki güne bakıldığında Başbakan ve Genelkurmay Başkanı, “askerlerin işi bitmeden Kuzey Irak’tan çıkmayacak, ne kadar gerekirse o kadar kalacağız” derken, Ankara’ya üç saatlik kısa ve kritik bir ziyaret yapan Amerikan Savunma Bakanı, Washington’un “Türkiye’nin en kısa zamanda çıkması” tembihini yineleyip sürekli baskı kuruyor…
Irak’ta işgal ve katliâm devam ediyor. İsrail Gazze’de soykırımı sürdürüyor; füzelerle dokuzu çocuk 24 Filistinliyi katlediyor. Ne Cumhurbaşkanı’ndan, ne Başbakan’dan, ne Dışişleri’nden en ufak bir kınama yok.
Amerika’nın Kuzey Irak’taki askerî yetkilileri, daha şimdiden “sınırlı sayıda Türk askerinin döndüğünü” bildiriyor. Buna karşılık Türkiye’nin Washington Büyükelçisi, “Türkiye’nin, ABD’nin verdiği destekten ve ABD ile işbirliği düzeyinden memnun olduğunu” söylüyor.
Başbakan, partisinin grup toplantında, “ABD’nin istihbarat desteği takdire şayan” diye açık teşekkürünü bildiriyor…
“Takdire şayan” ve “düzeyli işbirliği”ne bakıldığında, her türlü istismara açık sürecin vâhim kırılganlığı her haliyle sırıtıyor. Asıl “tehlike” bu…
01.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|