Kuzey Irak harekâtıyla üniversitelerdeki başörtüsü operasyonları atbaşı gidiyor. Şehit cenazelerinin başında gözyaşı döken başörtülü ana, eş, bacı görüntüleriyle üniversite girişlerinde başlarını açmaya zorlanan öğrencilerin fotoğrafları, iç burkan çelişkiler oluşturuyor.
Her gün gelen şehit haberleriyle yeni ocaklara ateş düşüren kara operasyonunun bile perdeleyemediği başörtüsü tartışmaları için yasakçılar da, mağdurlar da aynı şeyi söylüyorlar:
“Peş peşe gelen şehit cenazelerinin acısıyla sarsıldığımız ve teröre karşı verilen savaşta milletçe yekvücut olmamız gereken bir dönemde bu çekişmenin sırası mı, yeri mi, zamanı mı?”
Mağdurlar bu suali sormakta yerden göğe haklı. Başörtülü şehit yakınlarının yürek yakan görüntüleri orta yerde dururken, onların gözünün içine baka baka, başörtülüleri üniversitelere sokmamakta direnmenin anlamı ve izahı ne!
Tabiî, toplumun ve sosyal hayatın diğer alanları gibi, şehit cenazelerinde de örtülü ve açık ayrımının söz konusu olmadığını, acıların hep birlikte paylaşılıp göğüslendiğini ifade etmemiz gerekiyor ki, bir yanlış yoruma yol açmayalım.
Bu kaydı düştükten sonra, yukarıdaki suali yasakçıların da seslendirmesindeki garabete dikkat çekmek istiyoruz. Bu yasağın zaten kendisi başlı başına bir tuhaflık, ama zincirleme bir silsile halinde sebebiyet verdiği garabetler de cabası.
Böyle bir yasak olmasaydı, bu uygulamaların yol açtığı, hukukla, vicdanla ve mantıkla izahı gayr-i mümkün çelişkiler yaşanır mıydı?
Bu yasak neye hizmet ediyor, ne işe yarıyor? Kapıdaki güvenlik görevlilerinden rektörlere ve diğer idarecilere, yasağı uyguladığı için memnun olan kim var? İnsanlara eziyet etmekten zevk alan sadistler dışında kim yasağı isteyerek uygulayabilir?
Bu yasağın kalkması, herkesten çok, “Emir kuluyuz” ezikliği içinde böyle bir haksızlığa âlet edilmenin vicdan azabını yaşayanları rahatlatır.
Nitekim son tartışmalar ve gelişmeler, 28 Şubat sürecinde üniversitelerin üzerine çekilen istibdat perdesinin kısmen dahi olsa yırtılmaya ve akademik camianın yıllardır ilk kez özgürce inisiyatif koymaya başladığını göstermedi mi?
Herkesin gayet iyi bildiği bir gerçek şu ki, bu yasak çok küçük bir dayatmacı ve şirret azınlık dışında kimsenin içine sinmedi. Başını örtmeyenlerin, hattâ örtünmeye karşı olanların dahi büyük bir çoğunluğu, yasağı tasvip etmiyor.
Ama neylersiniz ki, yasağın mucitleri ve savunucuları, kilit mevzi ve su başlarını tutmuşlar. Toplumun ne düşündüğü umurlarında bile değil. Konumlarını, ellerindeki kozları, medya gücünü kullanarak, dahası hukuku da alet ederek, “dediğim dedikçi” tavırlarını sürdürüyorlar.
Bu, Türkiye’nin bilinen gerçeği. Keşke başörtüsü meselesi, onların keyiflerince at oynatıp top çevirdikleri ve kendilerini kimseye hesap verme zorunda hissetmedikleri alanlara taşınmasaydı ve—madem o hata yapıldı—eski tecrübeler dikkate alınıp, konuyu o alandan çıkarmak için doğru yöntem ve stratejiler izlenseydi.
Şu anda yaşanan tablo, anlatmaya çalıştığımız bu ikilemin yeni bir tezahürü. Ve arada ezilen, maalesef yine mağdurlar. Önce umutlandırılan, sonra yine hayal kırıklığı içinde ortada bırakılıp maalesef sahip çıkılmayan genç kızlar.
01.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|