Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin Kemal

Kemalist proje kaybediyor

Siyaset bilimci ve yazar Ali Bayramoğlu, “O günlerde ikinci Kemalist atılım olan projesi, daha sonra Sarıkız ve Ayışığı darbe planları olarak karşımıza çıktı. İslâmî büyümenin en büyük tehlike

olduğu ve bunun kamusal alandan kazınmasını en büyük Kemalist proje olarak görenanlayış. Bu anlayışla hâlâ kavgaya devam ediliyor ve onlar kaybediyor” dedi.

*28 Şubat’ın Refahyol hükümetine gelmeden önce sistem en çok oy almış RP’ye hükümet kurdurmadı. Öncelikle siyaset bilimci olarak bunu nasıl yorumlarsınız?

Merkez sağ ve soldan gelmeyen, CHP ve Adalet Partisi içinden çıkmayan İslâmî hassasiyeti yüksek Refah Partisi’nin birinci olması, Türk siyasal sistemi için bir şoktu. İran Devrimi’nin üstünden on yıl geçmiş ve İslâmî hareketliliğin yaşandığı bir dönemdi. Sistem “İslâmlaşma tehlikesi” üzerinden hareket etti. Tehlikenin meşrûlaşması 28 dönemini başlattı. RP’ye siyaset yaptırılmaması, hükümette ise iktidar yapılmaması, iktidar ise iktidardan indirilmesi fikri laik kesimde ve kentlerde yaşayan insanlarda duygu kabarması meydana getirerek, 28 Şubat’ı başlattılar. Bunun yanında RP’ye oy vermiş kesimlerde nobran bir böbürlenme hali ve Erbakan’ın konuşmaları kutuplaşmayı beraberinde getirdi. Bir müddet sonra siyaset bunu gördü ve yönlendirmeye başladı. Siyasetten kastım, burada askerdir. Asker, RP’nin dışarıda kalacağı DYP-ANAP koalisyon hükümetini üretmek istedi. Paşalar Mesut Yılmaz’la, Mustafa Kalemli’yle ve bazı kişilerle konuştu. Bu dönemde siyasetin siyaset dışıymış, siyasetin siyaset karşıtıymış gibi işlev gördüğü bir dönem açıldı.

*Askerin siyaseti yönlendirdiğini söylüyorsunuz. Bu süreçte sivil siyaset gidişatı yönlendiremez miydi?

Geriye dönüp “Şöyle olsaydı şöyle olurdu” demek zor, ancak “Medya böyle davranmasaydı, 28 Şubat olmazdı” denebilir. 28 Şubat’tan önce asker zaten sistemin içindeydi. Süleyman Demirel ve Erdal İnönü koalisyon hükümeti Paris Şartı’nı merkeze alan bir hükümet kurarak, Türkiye’deki sorunun demokratikleşme olduğunu söyledi ve Diyarbakır’a gidip gelindi. Arkasından müthiş bir PKK patlaması yaşandı. Özal ölüp Demirel Çankaya’ya çıkınca, Tansu Çiller başbakan oldu. Çiller’in terör ve PKK konusunda askere yakınlaştığı andan itibaren, asker adım adım siyasetin içine girmeye başlamıştı. 1995 seçimleri yapıldığında asker zaten siyasî karar mekanizmalarının içindeydi. Askerin siyasî dizayn çabası ile RP’yi birinci parti yapan sosyolojik gerçekler arasında tezat oluştu.

*Nasıl?

İnsanlar, DYP ve ANAP’ın politikalarını beğenmedikleri için RP’ye kayıyorlardı. ANAP ve DYP ise, yeni siyasî alan meydana getirememeleri, koalisyon döneminde birbirlerini yemeleri nedeniyle merkez sağı küçülttü.

*Siz Türkiye’deki siyasî partilerin toplumsal değişimi okuyamadıklarını, onun için RP’nin bu kadar oyla geldiğini söylüyorsunuz. Bunu açar mısınız?

Toplumsal değişim, Türkiye’de değişik şeyler ortaya çıkarırken, merkez sağ ve sol kitle partisi olmaktan uzaklaşarak, devletin partileri olmaya başladılar. O dönemde merkez sağ Batıcı ve Batılı bir dile önem veriyordu. RP’nin kullandığı dil yerele çok vurgu yapıyordu. Merkez partiler yerel değerlerden tamamen kopan bir görünüm kazanmıştı. Adalet Partisi’nin muhafazakâr damarı Tansu Çiller’le yok olduğunu, Yılmaz’ın bambaşka bir liberalizmle siyaset arenasına çıktığını görüyoruz. Yerel değerlerin siyasallaşması ve merkez sağın politikaları yüzünden insanlar RP’ye oy verdi.

*Peki RP’nin siyaseti toplumsal taleplerle örtüşüyor muydu?

Kısmen evet, kısmen hayır... O dönemde merkezin erimesiyle insanların toplumsal savrulma yaşadığını görüyoruz. “Şeriat tehlikesi var mıydı?” derseniz, hayır yoktu. Türkiye’nin toplumsal dinamikleri ve kişiyi merkeze alan din anlayışı, buna müsaade etmezdi. Velev ki böyle bir tehlike olsa bile, bunu önlemenin yolu RP’nin önüne geçmekti, ama hiçbir siyasî parti bunu yapmadı. Bunu yapmadıkları gibi, rejim tehlikesinin altını çizerek seferberlik politikası başlattılar. Asker, medya, siyaset tarafından insanlar korkutuldu. Çevreden güçlü bir şekilde merkeze gelen RP’yi siyasal sistemin dışına çıkarmak için, çeşitli dozlarda otoriterlik deneyimi Türkiye’ye yaşatılmıştır. Toplum seferber edilmiş, medya kendi silâhları ve siyasî partiler kendine bağlı lojistik merkez haline getirilmiştir....

*Siz merkez sağın Batıcılığı savunduğunu, RP’nin yerele vurgu yaptığını söylediniz. O dönem toplumun kendi yerelliklerini, kültürlerini öne çıkardığı demokrasiyle karşılaşma süreci miydi?

Farklı kesimlerin birbiriyle temas etme safhası... Burası Müslüman ülke olmasına rağmen, insanlar inançlarını ifade ettikleri için sistemin dışına itilmiş. Sistemin içine giren kişiler, inançlarını gizlemek zorunda bırakılmış. Bu kesim büyüdü; üniversitelerde okumaya başladı, kendi entelektüelini yetiştirdi, televizyon ve gazeteler kurdu. Ben bu sürece İslâmî alan modernleşmesi diyorum. Özel alandan çıkıp kamusal alanda birbirine değmeye başladıkları anda, kamusal isteklerin olduğu dönem. Bu gelişme de, Nizam Partisi geleneğinden gelen RP’nin kendisinin bile tahmin etmediği bir oyu almasına neden oldu.

*Yani dinî hassasiyetteki insanların merkeze yürümesi mi rahatsız etti 28 Şubat zihniyetini?

Mesele çevredekilerin merkeze yürümesiyle temasın başlamasıdır. Düne kadar uzakta tuttuğun adam, bugün yanı başına gelmiştir. Benim için bu modernlik öyküsüdür. Bu karşılaşmanın ilk reaksiyonu büyük bir çatışma oldu, ancak bu daha sonra büyük bir demokrasi deneyimine dönüştü. İslâmî kesimin kendi içindeki tartışmalar farklılaşırken, laik kesimde de demokratik eğilimin daha otoriterleşmeye başladığını görüyoruz.

*28 Şubat’tan sonraki dönemde bir demokrasi deneyimine dönüştü değil mi?

Evet. O dönemde laik kesimden biz beş kişiydik. Demokrasiyi savunduğumuz için babalarımızla, annelerimizle, amcalarımızla, teyzelerimizle tartışıyorduk. Selâmlarını bizden esirgiyorlardı.

*Kitabınızda 28 Şubat’ın, dinî görünürlülüğü kamusal ve toplumsal alandan kazımak adına yapıldığını söylüyorsunuz. Bunu yapabileceklerine inanıyorlar mıydı?

Yapabilecek güçte olmasalar bile, inanmakla sorun başlar. Asker 28 Şubat’la 1950 öncesine dönmek istedi. Tesettürlü hiçbir unsurun ortada görünmemesini istedi. O günlerde ikinci Kemalist atılım olan proje daha sonra Sarıkız ve Ayışığı darbe planları olarak karşımıza çıktı.

*İkinci Kemalist atılım neydi?

İslâmî büyümenin en büyük tehlike olduğu ve bunun kamusal alandan kazınmasını en büyük Kemalist proje olarak gören anlayış. Bu anlayışla hâlâ kavga devam ediyor ve kaybediyorlar. Üzücü olan siyasî partiler buna alet edildi. Tabiî Refahyol içindeki DYP hariç....

*Hüsamettin Cindoruk ve Süleyman Demirel Refahyol hükümetinin düşürülmesiyle, Türkiye’yi darbeden kurtardıklarını söylüyorlar. Katılıyor musunuz?

Çok ahlâkî olmayan bir argüman olarak bakıyorum bu yorumlara. Bu da bir iktidar ilişkisidir. Dövülmek ihtimaliyle ya da korkudan darbecilerin istekleri yapılmıştır. Cindoruk, Demirel şöyle diyebilirler, “Biz buna mecbur bırakıldık” ama her halûkârda kabul edilir bir gerekçe değildir. Çünkü 28 Şubat darbeden de kuvvetli bir süreç olmuştur. Darbeye, insanlar akabinde tepki gösterir. 28 Şubat, devletin, toplumun, basının militerleşmesiyle sonuçlandı. Binlerce insan fişlendi, işten atıldı. Mahalleli mahalleliyi takip etmeye başladı. Jandarmanın alanı genişledi. Bunlar demokrasiden güç alarak yapıldığı için, darbeden daha tehlikeli bir dönemdi. Otoriter olanın demokrasi tanımı altında meşrûlaştığını gördük...

*Bazı siyasî aktörler, Refahyol hükümetinin düşürülmesiyle 28 Şubat’ın biteceğini zannetti değil mi?

Bütün siyasetçilerin düştüğü tuzak budur. 1920’den beri askerî alan devlet içinde genişleyen bir alandır. Sivil alanla ilgili bir taviz verdiniz mi, gider. Asker bir yere yerleşti mi, çıkmaz, çıkaramazsınız. Mesele onu oraya yerleştirmemektir. Refahyol’dan sonra kurulan hükümetin başbakanı olan Mesut Yılmaz, aksine askerler tarafından Türk siyasî tarihinin en büyük bildirisiyle ödüllendirildi.

*Merkezden gelmeyen RP, sistem dışına itilmiş olmasına rağmen, neden merkez askere direnemedi?

*Türkiye siyasetinde askerlerin yönlendirici gücü her siyasî partiyi ve görüşü karşı karşıya getirmiştir. Mesut Yılmaz, 28 Şubat’ın bittiğini, Başbakanlık Takip Kurullarının, Batı Çalışma Grubunun bittiğini düşündü, ama kuşatma altında olduğunu TSK hatırlatıyordu. RP gidince demokrasi geri gelmiyor. Kıvrıkoğlu dönemi, TSK’nın bütün partilerle karşı karşıya geldiği dönemdi. Çiller sistemin vebalı çocuğu olmuştur...

*Peki RP’nin eleştirdiğiniz yönleri var mıydı?

*Sistemli bir parti değil, lidere endeksli bir partiydi. Değişim projeleri yerine, kaotik alan genişletme izleniyordu. Çatışmaya dâvet vardı. RP iktidara geldiğinde, kendini belli bir kesimin partisi olarak görmekten kurtulamadı. Sembolik olarak yanlış adımlar atıldı. Erbakan iktidar olduğu dönemde bütün cemaat, tarikatları kendine bağlamaya çalışacak kadar iddialı adımlar attı. Bunlar demokratik adımlar değildi.

*28 Şubat’ta siz neyi savundunuz peki?

RP politikalarını değil, RP’nin varlığını savundum. “Bu parti madem bu kadar oy aldı, toplumda dinî ve yerel bir hassasiyeti temsil ediyor, bu partinin varlığını dikkate almalıyız” dedim. RP siyaseti hakkında olumlu bir şey hatırlamıyorum..

Aslında Refahyol’un askeri rahatsız etmediğini, aksine askerî alanı “Başbakanlık Kriz Masası Yönetmeliği” ile genişlettiğini söylüyorsunuz... Bu nasıl bir davranış?

Askerin alanının genişlemesini, bizzat kendi elleriyle sağlamışlardır. Askerle pazarlık yapılmaz. İmkânlar tanıyarak bu işi düzeltemezsiniz. Askerin istediği şeyi imzalayarak bu işler yürümez. Asker askerliğini, sivil sivilliğini bilmeli ve buna yönelik sistem kurulmalı. Bu ülkenin vatandaşıysam, askersiz olmaz. Asker sevmemek, doktor sevmemeye benzer.

*28 Şubat kararlarından sadece 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulanabildi. Bu açıdan başarısız oldu diyebilir miyiz?

Kararların kendisinin değil, sürecin önemi var. Zaten o kararlar yapılamaz işlerdir. Sokaktan cüppelileri ve sakallıları toplayıp hapse atamazsın. O taleplerin siyasî ve toplumsal karşılığı yoktu. Bunu yapacak siyasî parti yoktur, oy alamaz, alamazsınız. Topluma bunu uygulatamazsınız.

*Sizce Kemalizm nedir?

Kemalizm, TC’nin en önemli temel taşıdır. Koyu keskin bir modernizmdir. Geleceğe dair ütopyadan bahseden, insanların geleneklerinden ve kendine has kültürlerinden arınmasını özgürleşme için kaçınılmaz veri olarak alan aşırı totaliter bir modernizm şeklidir. Kemalizm orduda, yargıda, dışişlerinde baskındır. Gelinen noktada Kemalizmin Türkiye’yi tek başına yönettiğini söyleyemeyiz. Kemalizm dışında, daha demokratik, modern bir anlayışın etkili olduğunu söyleyebiliriz. Son tesettür yasası da bunu gösteriyor...

Hasan Hüseyin Kemal

01.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (29.02.2008) - Ülkeyi 28 Şubat ruhu parçalıyor

  (28.02.2008) - Askerden talimat almak, gönüllü kulluktur

  (27.02.2008) - “Bir maniniz yoksa, son kez desteğinizi istiyoruz”

  (25.02.2008) - İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı Fahri Özer: Ekmeğe standart gelmeli

  (21.02.2008) - Sivas, Türkiye’nin mozaiği

  (16.02.2008) - Yardımlarla kardeşlik köprüleri kuruluyor

  (11.02.2008) - Uzlaşmanın dağılmasına izin vermeyelim

  (06.02.2008) - Kontrolsüz üretim ve haksız rekabet var

  (04.02.2008) - Başörtüsü serbestisi modernleşmeyi hızlandırır

  (31.01.2008) - Duvarlar yıkılacak, Filistin kurtulacak

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri