“Hâkimiyetin kayıtsız, şartsız milletin” olduğunun tezahürü olan TBMM, 411 oyla üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren 5735 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”u kabul ediyor. Cumhurbaşkanı imzalıyor. Resmî gazetede yayınlanıyor. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, bu kanunun gereği olarak “Başörtülü öğrencileri üniversitelere alın” diye yazı gönderip “Kanunu uygulamayan suç işler” diyor. Buna rağmen 70 üniversitenin rektörü diretiyor, hukuka, başkana, iktidara meydan okuyor! Aklı başında ve insan olan bütün hukukçular da, aynı şeyi söylüyor.
Ne var ki, YÖK Başkanı Prof. Özcan hakkında “Görevi kötüye kullandığı ve kanunlara uymamaya tahrik ettiği” iddiâsıyla, suç duyurusunda bulunuluyor. Feleğin ters dönmesi ve adaletin zulüm külahını giymesi işte budur. CHP, suç duyurusundaki dilekçede, Türk Ceza Kanununun 217. Maddesinde, “Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde 6 aydan 2 yıla kadar hapis veya adlî para cezasıyla cezalandırılır” denildiğine işaret ediyor. Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, aynı teraneyi okuyor, yasakçı YÖK’ün yerini alıyor.
İşte “Buyurun cenaze namazına!” veya “Ölür müsün, öldürür müsün?” deyimlerini hatırlatmanın tam sırası… Bütün bunların anlamı ne?
Bütün dünya insan hak ve hürriyetlerine açılırken, neden Türkiye’de işler tam tersine gidiyor? Çünkü, burası deccalizmin üs merkezidir. Ve tahribat merkezde dehşetlidir. Teşhis şöyle konmuştur:
Ahirzamana yetiştiğinizde onunla, deccalizmle siyasetle baş edilmez. Ancak, iman ve Kur’ân nurlarıyla mukabele edilir.1
Ayrıca bunun açılımı şöyledir: Bediüzzaman, 1954’te yazdığı ve İslâm âleminin uygulaması gereken siyâsî şablonu çıkarır. Türkiye’de ve İslâm âleminde dört parti akımı tesbit eder:
1. Seküler, diktatör, yasakçı. 2. Milletçi/ırkçı. 3. Din adına ortaya çıkan. 4. Hürriyetçi (ahrar/demokrat).
Diktatörlerin, müstebitlerin, ırkçıların, İslâmın reddettiği milliyetçiliği güdenlerin desteklenmemesi gerektiği açıktır. Ancak, din adına siyasete girilmemesi veya dindarların iktidara geçmemeye çalışması da gerekir. Takip edelim:
“İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış-yetmişi (toplumu, devleti oluşturan bütün katmanların—öğretmen, hakim, sanayici, gazeteci, asker vs.) tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.”2
İşte, bugün üniversitelerde yaşanan başörtüsü kaosunun ve hakları koruması ve müdafaa etmesi gerekenlerin, hakları ayaklar altında çiğnemesinin ve buna siyaseten cevap verilememesinin sebebi budur. Bediüzzaman’ı dinlememek! Hiç olmazsa bundan sonra, ikazlarından bazılarına kulak verelim:
Siyaset, imana nisbetle onuncu derecededir, yüzde birdir.3 İslâmın yüzde doksan dokuzu iman, ibadet, ahlâktır. “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek” düsturunun yerini “Siyaset için için sevmek, siyaset için düşmanlık etmek” almamalı.4 Din katiyen siyasete âlet edilmez; belki siyaset dine âlet ve dost yapılmalı.5
Dipnotlar: 1- Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, s. 131.; 2- Emirdağ Lâhikası, s. 386.; 3- Kastamonu Lâhikası, s. 142.; 4- Kastamonu Lâhikası, s. 154.; 5- Emirdağ Lâhikası, s. 264.
01.03.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|