Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Şark'ın ihyâsı



Bir devlet, eline ruhsatsız şekilde silâh alan—ister eşkıya, ister terörist—her kim olursa olsun, ona mutlaka bir şekilde müdahale eder ve etmeli.

Bunun aksi düşünülemez ve savunulamaz. Zaten, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir devletinde, bunun tersi bir durum söz konusu değil.

Buna göre, bizim güvenlik teşkilâtımız da eline silâh alarak kan dökmeye, can yakmaya berdevam olan bir örgüte karşı—kànunlar müvacehesinde—gerekeni yapacaktır, yapmalıdır.

Ne var ki, mevcut sıkıntı bununla bitmiyor. Bu dallı budaklı ve de çetrefilli meselenin çok geniş ve birbirinden farklılık arz eden değişik boyutları var.

Bazıları inanmayabilir, hatta şiddetle itiraz edebilir; ancak, şuna kesin sûrette inanıyoruz ki, dış odaklar bir yana, bu ülkede bile özellikle Doğu Bölgelerimizdeki terör olaylarının bitmesini istemeyen pekçok kişi ve mihrak var.

Bunlar bir şekilde akıtılan kandan besleniyorlar. Mehmetçik ile "Kürt Memed"in kanına ekmek doğrayarak beslendikleri için de, bu kanlı boğuşmanın bitmesini istemiyorlar.

* * *

Güvenlik birimleri, vazifesini bir şekilde elbette ifâ edecek. Haktan, hukuktan ayrılmamak şartıyla, buna bir itirazımız yok.

Fakat, bunun dışında yapılması gereken daha mühim işler var.

Yapılacak en mühim vazife ise, sırasıyla dinî, ilmî ve iktisadî sahadadır. Din ve ilim, her türlü ırkçılığı reddeder, meselâ...

İşte, bütün bunlar ihmal edilerek müsbet bir noktaya varılamaz. Zira, bilhassa Şark'ı ihya edecek olan temel unsurlardır, bunlar.

Bunlarsız tesir ve kuvvet temin edilemez, birlik–beraberlik sağlanamaz, yekvücut olunamaz.

Bakınız, örgüt mensupları bile sıkıştıkları yerde dine dayanmaya, yahut dine sığınmaya çalışıyor.

Demek ki, buna ihtiyaç duyuyor.

Fakat dine sarılmak, öyle gösteriş, riyâkârlık ve istismar şeklinde olmaz, olmamalı.

Dinin istismar edilmesine hiç kimse teşebbüs ve tevessül etmemeli. Ne örgüt, ne siyaset, ne hükümet, ne de devlet mensupları. Hiç, ama hiç kimse...

* * *

Din, mukaddes bir değerdir. İnhisar, ipotek kabul etmez.

Din, bütün insanların fıtrî ihtiyacını temin eder. Demek, umumun mukaddes malıdır.

Bir de şunu hatırlamakta fayda var: Üstad Bediüzzaman, peygamberlerin mutlak ekseriyetinin Şark'ta ve Asya'da gelmelerinin kaderî remzine dikkat çektiği bir yorumunda şu ifadeleri kullanıyor: "Hususan biz Şarklılar, Garblılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hakim hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı Şark'ta göndermesi işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dinî Şark'ı uyandırır, terakkiye sevkeder." (Tarihçe-i Hayat, s. 485)

Anadolu'nun Doğu'sunda olsun, Irak'ın Kuzey'inde olsun, 24 yıldır karadan ve havadan sürdürülen operasyonların kesin sonuç vermediği gerçeği ortada duruyor.

Demek ki, huzur ve barışın kat'î temini için, daha başka hizmet ve faaliyetlere de zarurî ihtiyaç var. Ayrıca, önüzde dört yüz yıllık Osmanlı dönemi uygulamaları bir örnek olarak duruyor. Bilhassa dinî/ilmî hürriyet, serbestlik ve inkişâfı itibariyle...

Tarihin Yorumu 1 Mart 1992

Bosna'da ağır bedelli bağımsızlık kararı

Demir perdenin yırtılmasından sonra komünist Yugoslavya'dan ayrılan unsurlar, bir bir bağımsızlık yolunu seçti.

Bunlardan biri de Boşnak, Hırvat ve Sırplardan müteşekkil Bosna–Hersek parlamentosuydu.

Bu ülkedeki nüfusun çoğunluğunu Müslüman Boşnaklar teşkil ediyor. İkinci sırada Katolik Hırvatlar, üçüncü sırada ise Ortodoks Sırplar geliyor.

Parlamentonun bağımsızlık kararı referanduma götürüldü. 1 Mart 1992'de yapılan ve kesin hatlarıyla ortaya çıkan referandum sonucuna göre, halkın yüzde 63'ü bağımsızlıktan yana tercihte bulundu.

Ne var ki, Sırplar bu kararı tanımadı ve bağımsızlık talebini kanla bastırmak üzere askerî birliklerini derhal harekete geçirdi.

Aradan daha üç günlük bir süre geçmemişti ki (3 Mart), Sırp kuvvetleri Bosanki Brod'da yaşayan Boşnakların üzerine bombalar yağdırdı.

Böylelikle, doğrudan Müslüman Boşnaklara yönelik olarak, adına savaş dahi denilemeyecek çok kanlı ve zalimane bir saldırı harekâtı fiilen başlatılmış oldu.

Evet, bunun adına savaş denilemezdi. Zira savaşın da kendine göre bir usûlü, âdâbı, erkânı, nâmusu vardır.

Burada yaşananlarda ise, bunların hiçbiri yoktu.

Müslüman Boşnaklar, öncelikle silâhsız ve savunmasızdı. Savaşacak, silâhı, askeri, ordusu, polisi yoktu. Tâ Tito zamanından beri, bu yönüyle özellikle enterne edilmiş, ordu kademelerinde yer almalarına fırsat verilmemişti.

İşte, bu derece çaresiz ve savunmasız bir topluluğa, Avrupa'nın en vahşi, en gaddar ordusu musallat edilmişti. Hem de en modern silâhlarla donatılmış olarak.

Saldırganlık, 1995'e kadar aralıksız şekilde devam etti. Günde ortalama iki bin bomba yağdırıldı bu mâsum insanların üzerine.

Üç yıla yakın süren bu vahşet, dünyanın gözü önünde ve insancıl Avrupa'nın burnu dibinde yaşandı.

Yaklaşık 250 bin insanın canına ve yüz binlerce binanın harap olmasına mal olan bu kanlı saldırganlık, 1995'te nihayet ABD Başkanı Bill Clinton'un harekete geçmesi ve NATO gücünün devreye sokulmasıyla ancak durdurulabildi.

Taraflar arasındaki barış antlaşması ise, 14 Aralık 1995'te Paris'te imzalandı.

Bu anlaşma Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Avrupa Birliği’nden temsilcilerin iştirakiyle sağlandı. Adına "Dayton Antlaşması" denilen bu mutabakatın daha açık ismi "Bosna–Hersek Genel Çerçeve Barış Anlaşması"dır.

Boşnaklar, işte bu kadar uzun süren ve bu derece ağır bedellerle neticelenen çetin bir mücadele neticesinde bugünkü hürriyet ve istiklâllerine kavuşabildi.

01.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (29.02.2008) - "Allah, bir daha yazdırmasın"

  (27.02.2008) - Rusya'dan dünyaya yayılan 'şimâl cereyanı'

  (26.02.2008) - Zıtlaşmaya, restleşmeye âlet olmadan

  (25.02.2008) - Unutma sevgili; korkarım zehirli

  (23.02.2008) - Terörü sindirme harekâtı

  (22.02.2008) - Müslüman, ama Şeriata düşman

  (21.02.2008) - Bir cemre gibi düştü Bâbıâli'ye

  (19.02.2008) - Hür dünya, Kosova'nın yanında

  (18.02.2008) - Damara dokundurmadan

  (16.02.2008) - Korkuların sebebi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri