Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Av. Fatma Benli, 28 Şubat döneminde başörtülülere yapılan haksızlık ve adaletsizlikleri anlatırken, “18 yıllık memur olan bir müvekkilim, kanser tedavisi gördüğü dönemde sağlık raporu varken memuriyetten çıkartıldı. Tabiî tüm emeklilik, sağlık ve sosyal güvencelerini kaybetti” dedi.
*Başörtüsü yasağı nasıl uygulandı. Tepkiler olmadı mı?
İlk olarak, İstanbul Üniversitesi’nin yeni seçilen rektörü, 23. 02.1998 tarihinde başörtülü öğrencilerin okula alınmaması için genelge yayımladı. Bunun üzerine kırk bine yakın öğrenci okul önünde toplanarak, 26 Şubat 1998’de genelgenin geri alınmasını sağladılar. Ancak daha sonra yasak yavaş yavaş uygulanmaya başlandı. Önce tıp fakültelerinde uygulanan yasak, daha sonra diğer fakültelere ve akabinde diğer üniversitelere sirayet etti. Üniversitelere önce başörtülü öğrenciler alınmazken, daha sonra başörtülü veliler ve gazeteciler alınmamaya başlandı. Aynı şekilde çalışmakta olan pek çok başörtülü kadın memuriyetten çıkartıldı. Haklarında ceza dâvâları açıldı ve on sene, on beş sene aynı şekilde başarıyla çalışmış başörtülü kadınlar, adi bir suçlu gibi hakim önünde savunma vermek zorunda kaldılar. Suç olmadığı için beraat ettiler, ancak sonuçta yıpratıcı bir süreçti ve istifa etmek zorunda kaldılar. Bu nedenle başörtülü kadınlar için 28 Şubat’ı ağır ağır işleyen, değişik alanlara kayan, ancak hiçbir zaman durmayan bir süreç olarak değerlendirmek mümkün. Ben 28 Şubat’ın geçtiğini düşünmüyorum, sonuçta on sene önce üniversiteye giremiyordum, hâlâ da giremiyorum. Üstelik, bu gün en temel ayrımcılığa uğramadan yaşama talebimiz sanki kötü bir şeymiş gibi algılatılmaya çalışılıyor.
*26 Şubat’ta yasağa geri adım attıran toplumsal tepkiye sonra ne oldu?
İlk defa öğrenciler okula alınmadığında, sınıf arkadaşları onların yaşadıklarını gördü, ve empati kurarak karşı çıktı. Ancak zaman içinde bu konu, sanki sadece başkalarının başına gelebilir, bizimle ilgili değilmiş gibi algılatılmaya başlandı. Zaten Türkiye’de en büyük sorunlardan bir tanesi, farklı düşünceye sahip insanların ortak mekânlarda buluşamamaları, birbirlerini tanıma ve iletişime geçme imkânından yoksun olmaları. Bu da beraber tepki vermeyi zorlaştırıyor.
Ancak halen büyük bir toplumsal tepki var, sadece gösteriş şekli farklı, on seneden beri kesintisiz devam eden bir yasak söz konusu, siz her gün insanların bu ayrımcılığı sokaklarda protesto etmesini bekleyemezsiniz, tepkilerini konuşarak, yazarak, hatta oy kullanarak veriyorlar aslında,
*8 Şubat’ta ve günümüzde başörtüsü siyasî bir simge olarak tarif edildi. Başörtüsü İslâmî bir sistem için simge mi ve bütün başörtülüler aynı siyasî görüşe mi sahip?
Etyen Mahcupyan’ın, “Başörtüsü bir sorun, ancak takan için değil, başörtüsüne bakan için” sözü, bu nedenle çok hoşuma gider. Herkes başörtüsü hakkında yorum yapma, başını örten kadınların nereye gidip nereye gidemeyeceğini söyleme hakkını kendinde buluyor, ancak başörtülü kadınların gerçekte ne düşündüğü, ne yapmaya çalıştığının bir önemi yok. Başkasının beni nasıl adlandırdığını, benim neden başımı örttüğümü zannettiği, benim için neden önemli olsun ki? Buna rağmen Türkiye’de başörtülü kadınlara karşı gerçekleştirilen ayrımcılığı meşrû göstermeye çalışanlar, bütün kadınları tanıyormuşlarcasına hepsinin siyasî sebeple taktığını, siyaseten takmayanların aile baskısıyla taktığını, aile ya da mahalle baskısıyla takmayanların da eşlerinin ihale almak için taktığını söylediler. Bu genellemeler, aslında en basit ifade ile ciddî bir saygısızlık. Başörtülü kadınların kendi iradeleri, kendi düşünceleri yok mu ki, aile ya da mahalle baskısı yüzünden kıyafetlerini biçimlendirsin, ya da ne zaman ihale şartnamelerine eşinin fotoğrafını koyma mecburiyeti getirilmiş? Sonuçta, hoşlanırsınız hoşlanmazsınız, Milliyet’in araştırmasına göre 13 milyon kadın başını örtüyor. Bunların hepsi aynı partiye mi oy atıyor? Eğer partilerin yasağı kaldırmaktan siyasî bir rant elde edileceği düşünülüyorsa, o zaman CHP de yasağın kalkması için çaba göstersin, sonuçta seçim öncesi Yozgat’ta başörtüsü dağıtan onlardı. Ya da illâ ki olmayan bir şeyin olmadığını ispat etmemiz gerekiyorsa, üniversitelerin kapısına yalan makinesi koysunlar ve başörtülü kızlara “Sen siyasî simge olarak mı takıyorsun? Siyasî partinin propagandasını mı yapıyorsun? Şeriatı devleti mi istiyorsun?” sorularını sorsunlar ve cevapları geçerli olanları içeri alsınlar. Eğer benim hakkımda yorum yapmaktan ve hepimizi birden suçlamaktan vazgeçeceklerse ben razıyım.
Sonuçta, “Ben başörtüsüne karşı değilim, ama türban takanlar başka, onların siyasal amaçları var” dediğinizde, yaptığınız ayrımcılık ortadan kalkmıyor. Başörtüsü ve türban neyin ayrımıdır? Başbakanın eşi kapıcı eşi olsaydı, ona türbanlı mı diyeceklerdi? Pazara giden başörtülü kadınlar sorun olmuyor, ama Nişantaşı’na ya da lüks alış veriş merkezine giden kadınlar için “Aaa türbanlılar arttı, tehlike olmaya başladılar, onlar okumasın, çalışmasınlar” deniyor.
*Niye sizce?
“Başörtülüler benimle aynı şartlarda okuyamaz ve çalışamazlar. Bana tahsis edilen ortamlarda bulunmamalılar. Buralar sadece bana ve benim gibi düşünenlere özgü” anlayışını kamufle etmek için. Aslında söylenen şu, “Benim hizmetçim olabilirsin, ama iş arkadaşım olamazsın, yani benim eşitim olamazsın” demek. Bu da kendinizi ne kadar üstün bir noktaya koyduğunuzu gösterir, ki bunu söyleyemedikleri için müphem kavramların arkasına sığınıyorlar. Gerçek şu ki, benim altmış yaşındaki ilkokul mezunu annem bu sınıflandırmaya göre başörtülü, ama o da benim mezun olduğum okulun kapısından içeri giremiyor.
*Yasalarda başörtüsüyle ilgili bir düzenleme olmadığı için, müvekkillerinizin ceza almadığını söylediniz...
Türk Ceza Kanunu’nda kıyafete ilişkin bir hüküm yoktur. Aslında, sokakta yürürken uyma mecburiyetinde olduğumuz mevzuatta da kadın kıyafetini yasaklayan bir madde yoktur. O yüzden, “Başörtüsü yasağı hukuka uygun” diyenler, somut tek bir anayasa ya da yasa maddesi gösteremezler. Zira devrim yasaları dahil kadınların kıyafetlerine ilişkin bir yasa yoktur. Eğer laik bir ülke olduğunuzu iddia ediyorsanız, hukuk devleti ve demokrasiden bahsediyorsanız, zaten bir kadının başının açık ya da örtülü olacağına ilişkin bir yasa çıkartamazsınız. Yorum yaparak da başörtülü kadınların haklarını kullanamayacaklarını ifade edemezsiniz. Yasağı savunanların hukukî bir gerekçesi olmadığı için, “Başörtüsü kıyafet serbestîsi içinde değildir” denen Anayasa Mahkemesi’nin yorumunu gerekçe gösteriyorlar.
Ancak Anayasanın 153. maddesinin ikinci fıkrası “Anayasa Mahkemesi kanun iptal ederken kanun koyucu yerine geçemez” hükmünü içerir. Yargının, yasama yerine geçme ve haklar alanında kural koyma yetkisi yoktur. Türkiye yargıçlar devleti olmadığına göre, Anayasa Mahkemesi’nin bir kıyafeti yasakladığı iddia edilemez. Eğer öyle olmasaydı, hiç anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” demez ve bize kanun yapması için parlamentodaki milletvekillerini seçmezdik. Doğrudan bizim adımıza karar verecek olan yargıçları seçerdik bu durumda.
*Madem yasakçı bir kanun maddesi yok, neden dâvâları kaybettiniz?
Ancak Türkiye’de herkes biliyor ki, haklı bulunmak için haklı olmak yetmiyor bazen. Hakimlerden “Eşiniz neden başörtülü” diye savunma gönderildiği bir dönemde, ne kadar haklı olursanız olsun, dâvâ kazanmayı bekleyemezsiniz. Örneğin, İstanbul Üniversitesi Yayınevi’nin bastığı Yüksek Öğrenim Kurumu ve İstanbul Üniversitesi isimli bir mevzuat kitabı vardır. İçinde sadece kanun ve yönetmelikler vardır. Bu mevzuat kitabından “Kanunlara aykırı olmamak kaydıyla, yüksek öğrenimde kılık kıyafet serbesttir” ifadesi yer alan Ek 17. maddenin bulunduğu sayfa çıkartıldı ve tekrar basıldı. Şimdi 269. sayfada ek 15. madde ve Ek 16. madde var, sayfayı çeviriyorsunuz, Ek 18. madde ile devam ediyor. Bizzat kanun koyucu tarafından kıyafet serbestisi getirdiği için, üniversitelerde fiilen uygulanmayan kanun maddesi, mevzuat kitabında yok ve bu akıl almaz keyfîliğe karşı bile bir şey yapılmadı, ki yasak nedeniyle son sınıfta okulu bırakmak zorunda kalan öğrencilerin dâvâsını kazanabilelim.
*Böyle hukuk tanımaz uygulamalara vereceğiniz örnek var mı?
Çok fazla örnek var. Örneğin, 18 yıllık memur olan bir müvekkilim, kanser tedavisi gördüğü dönemde sağlık raporu varken memuriyetten çıkartıldı. Tabiî tüm emeklilik, sağlık ve sosyal güvencelerini kaybetti. Raporun bitmesi beklenmeden, bu kişiye sözlü savunma ve tanık dinletme hakkı verilmeden, mümkün değil memuriyetten çıkartmazsınız. Katillerin bile kendini savunma hakkı var sonuçta, ancak mahkeme maalesef bu işlemi hukuka uygun buldu.
14 yıllık memur başka bir müvekkilim vardı. Tazminatlarının yakılmaması ve sağlık sigortasının devamı için peruk takarak okula gitmişti. Buna rağmen. bir daha alınmamak kaydıyla memuriyetten çıkartıldı ve çok uzun süre asgarî ücretle dahi iş bulamadı. Mahkemeye “Zaten kıyafet yönetmeliğine uymamanın cezası çıkarma değil, ancak bunu iddia edemezsiniz, çünkü müvekkilim başı açık görev yapıyor” dedim. Mahkeme “Madem peruk kullanıyor, başörtüsü üzerine de peruk takıyor olabilir, demek ki yönetmeliğe uymada samimî değil, demek ki ideolojik ve siyasal amaçlarla kurumların çalışma düzeninin bozulduğu iddiasıyla verilen çıkarma cezası doğrudur” dedi. Yani bir memur için idam cezası kadar ağır olan çıkarma cezasının verilmesi için fiilen eğitimi aksatmanıza ve düzeni bozmanıza gerek yok, samimî olmayarak da varsayımsal olarak düzeni bozmuş olabilirsiniz. Amerika Yüksek Mahkeme kararında “Şeytan bile insanın kafasının içinden geçenleri bilemez” der. Ama Türkiye’de başörtülü olmak herkesin sizin kafanızdan geçenleri bildiğiniz varsaymaları için yeterli.
Bunun yanında, üniversitede kayıtlı olan bir müvekkilimin, sınav öncesi listeden adı silinmişti. Silinme sebebi olarak başörtülü olması gerekçe gösterildi. Ben de mahkemeye “Müvekkilim belki okula başı açık gelecekti. Nasıl olur da daha olay vuku bulmadan listeden çıkartıldı, işlem açıkça hukuka aykırıdır” dedim. Mahkeme dikkate dahi almadı.
*Başörtüsüyle ilgili son anayasal düzenlemeleri nasıl buluyorsunuz?
Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneğin’in anayasal düzenlemeden önceki tavrı, yasağın anayasal düzenlemelere gidilmeden çözülmesi, ya da kılık kıyafet nedeniyle kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağına ilişkin teknik bir cümlenin ilâve edilmesiydi. Sonuçta, Prof. Sami Selçuk’un da ifade ettiği üzere, hukukî değil, sanal bir yasak söz konusu.
Ancak mutabakatla gelinen noktada, anayasa değişikliği, var olan özgürlük sisteminin altını daha da vurguluyor. Mevcut anayasanın 13. maddesi temel hakların, ancak bir kanun hükmü ile o da 42. madde de açık bir kanun hükmü olmadığı, kamu düzenin bozulması, genel ahlâka aykırılık, 3. kişilerin haklarını zedelenmesi, kamu sağlığı gibi somut bir sebebin varlığı halinde temel bir hakkın kısıtlanabileceğini öngörüyor. 10. madde de devletin her türlü işlemlerinde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorunda olduğunu, ancak fiilî uygulamada, sadece genelge ya da mahkeme kararlarındaki yorumlarla başörtülü kadınların üniversiteye alınmıyor. İşte bunun anayasaya aykırılığı yeni değişiklikler daha da fazla vurgulandı. Eğitimle ilgili maddeye hiç kimsenin yasada açık hüküm olmadığı müddetçe yükseköğretim hakkından yoksun bırakılmayacağı beyan edildi. Eşitlikle ilgili maddede devletin hem her türlü işlemlerinde, ayrıca kamu hizmeti verilmesinde bu ilkeye aykırı hareket edilemeyeceği vurgulanmıştır. Anayasa gerekçesinde ırk, dil, din, mezhep ve giyim kuşam gibi sebeplerle ayrımcı muamele yapılamayacağı ifade edilmiştir.
Anayasa değişikliği hakların genelgelerle, mahkeme kararlarıyla, yorumlarla ve rektörlerin ifadeleriyle kısıtlanmayacağı açıkça öngörüldü. Buna rağmen başörtülü öğrenciler içeri alınmazsa, artık anayasal bir suç işlenmiş olacak. O zaman savcılıklara suç duyurusunda bulunulabilecek.
*Peki YÖK ek 17. madde üzerinde değişiklik teklifine nasıl bakıyorsunuz?
Kesinlikle yapılmamalı. Nasıl bir parlamento bir kadının başının açık ya da kapalı olacağına karar veremezse, başörtüsünün şekli hakkında da hüküm veremez. Bu parlamentonun yetkisi dahilinde olan bir konu değil. Bu durum saçlar yandan toplanacak, ya da kısa kesilecek demek gibi bir şey. Anayasa değişikliği cumhurbaşkanı tarafından onaylanır ya da halkoyuna sunduktan sonra yasallaşacak, artık hiçbir yasa değişikliğine gerek kalmadan fiilî yasağın kaldırılması gerekir. Zaten halihazırda yukarıda bahsettiğim Ek 17. madde yürürlükte ve kıyafet serbesttir deniyor, yürürlükteki kanunlar başörtüsünü yasaklamadığı gibi, “serbesttir”i “yasaktır” şeklinde algılamak ve uygulamak mümkün değil.
|