|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Onlardan öncekiler de böyle söylemişti. Fakat kazandıkları servetler onları kurtaramadı.
Zümer Sûresi: 50
|
08.03.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Nikâhı ilân edin, kız istemeyi ise gizli tutun.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 649
|
08.03.2008
|
|
Kadının en tatlı güzelliği, hüsn-ü sîretidir
Belki kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nurânî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyâdeleşir. Ve o zaife, latîfe mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhâfaza edilir. Yoksa, hüsn-ü sûretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, bîçare, hakkını kaybeder.
Sözler, s. 584
***
..kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azâbı çektirir.
24. Lem’a, 4. Hikmet
***
Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur. (...)
..kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslâha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa, o da kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeye ve sevdirmeye çalışsa, her cihetle zarar eder. Çünkü hakikî sadakati bırakan, dünyada da cezasını görür.
24. Lem’a, 2. Nükte
***
Eğer terbiye-i İslâmiye dâiresinde, âdâb-ı Kur’âniye zînetiyle o cemâl güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâki kalacağı ve Cennette hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadiste kat’iyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak.
Gençlik Rehberi, s. 33
Lügatçe:
letâfet: Güzellik, hoşluk.
hüsn-ü sîret: Ahlâk güzelliği.
müdir-i dahilî: İç işleri idare eden.
saadet-i uhreviye: Ahiret mutluluğu.
saadet-i dünyeviye: Dünya
mutluluğu.
fıtrat: Yaratılış.
seciye: Karakter, huy, mizaç.
çare-i yegâne: Tek çare.
daire-i İslâmiye: İslâm dairesi.
câzibedar: Çekici, cezbedici.
cemâl: Güzellik.
cemâl-i şefkat: Şefkat güzelliği.
âhir: Son.
zaife: Zayıf kadın.
hüsn-ü sûret: Dış güzelliği, fizik
güzelliği.
zevâl: Sona erme.
âdâb-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın terbiyesi.
hüsün: Güzellik.
|
08.03.2008
|
|
Ağaca çiçekleri kim yapıştırdı?
Allah Allah! Daha birkaç gün önce bahçede, karşımda duran ağaç, adeta kurumuş bir kemik gibiydi. Ne zaman bu çiçekler onların dalına konmuş, ne çabuk da bembeyaz olmuşlar? Böyle kaşla göz arasında o ağaca çiçekleri kim yapıştırmış?
Her baharda evimizin penceresinin karşısındaki ağaçta, bu hâller meydana gelirdi. Tabiî, yıllar önce, Risâle-i Nur’ları tanımazdan evvel, bakmakla görmenin farklılığını idrak edemediğimizden, adeta sıradan bir iş gibi görünen bu faaliyetlerin bir yapıcısı, yaratıcısı, halıkı, ilâhı olduğunu düşünemezdik. Ne zaman ki bizim karanlık gözlerimize o nurlar bir ışık oldu, işte o zaman biz o ağaçtaki ve onun hemcinsi olan diğer ağaç ve nebâtattaki hikmetleri çözmeye başladık.
Bugünlerde de, şu anda oturduğum evin bahçesindeki ağaçta bu faaliyet tekrarlanınca, aklıma yıllar önceki o ağaç gelmişti.
İşte o zamandan sonra, ağaçlara, bitkilere, daha doğrusu kâinata takmıştım. Artık kâinat kitabını okuyacak harita vardı elimizde elhamdülillah. O kupkuru ağaç, vakti gelince birden bembeyaz çiçeklerle süsleniyor. Bir müddet sonra yemyeşil yapraklarla ve neticesi, semeresi yani meyvesi de icâbında kıpkırmızı rengiyle karşımızda duruyor, o acâip renk cümbüşünün sahibini, boyacısını ilân ediyordu. “Sıbgatullah” diyordu. “O boyalar Allah’ın boyaları” diyordu. Bazen bir şeftali ağacının altına gidiyordum yaz mevsiminde, bakıyordum ve “Fesübhanallah! Yahu şu güzelim şeftali meyvesi nereden gelip de bu ağacın üzerine çıkıyor, taht kurup, oturuyor?” Ağacın dibini biraz eşelesek, ya çamur veya toprak çıkıyor karşımıza. Peki o meyveleri adeta bir hortumla suyu yukarı taşır gibi getiren kudret kimdir? Ağaçlar hep bir ağızdan adeta “Elbette kâinatın yaratıcısı olan Allah’tır” diye cevap veriyor bize.
Hiç unutmam, otuz küsûr sene önce Ankara Kızılay’da bir sergide alçıyla yapılmış kavun görmüştüm. Üzerine yazdıkları fiyat da, normal kavunun kat kat üzerinde bir miktardı. “Vay be zalim insan! Demek ki Cevad-ı Mutlak’ın yarattığı nimetlerin binde birini yaratacak kudret sizde olsa, herhalde bizi açlığa mahkûm ederdiniz” dedim. Aslında, bütün dünya bir araya gelse ve Türkiye büyüklüğünde bir fabrika yapıp, uğraşsalar didinseler, ne bir ağacın yaprağını, ne de bir sivrisineğin kanadını yaratmaya güçleri yetmez. Ama, ellerine birazcık fırsat ve imkân geçse, halimiz perişan demektir.
Düşünün ve tefekkür edin! Tam bu bahar ve yaz mevsimleri, bir sene nafile ibadetten daha sevaplı olan bir saat tefekkürün meşheridir, sergisidir, pazarıdır. Kim buradan o mallardan almak için koşa koşa gitmez ki? Hele bir bakalım, “toprak” diyerek basıp geçtiğimiz ve küçümsediğimiz o basit unsur mu akıllı, yoksa biz mi? Eğer birisi turunçgillerin (portakal, mandalina cinsi) çekirdeklerini eline alsa ve sorsa “Bunun hangisi portakal, hangisi limon, hangisi mandalina çekirdeği?” dese çok ehil olan birisi bile zor ayırt ederken, o basit toprak bunların hepsini tefrik ediyor ve şaşırmayarak, karıştırmayarak, portakal çekirdeği portakal ağacı, mandalina çekirdeği de mandalina ağacı oluyor. Kırk kadar çeşidi olduğu söylenen elmanın bile çekirdeklerini avucumuzda karıştırıp toprağa atsak, toprakta ayırılır, biz yine ayırtamayız. Toprağa o sanatı veren Allah’a binlerce hamd ederiz. Akıl, Allah’ın yaptığı işleri idrakten acizdir.
|
Osman Zengin
08.03.2008
|
|
|
|