Risâle-i Nur tefsirleriyle iman kurtarma ve kuvvetlendirme hareketini başlatan ve taklidî imanları tahkik mertebesine yükselten Bediüzzaman Hazretlerinin en önemli hedef kitlesi, çocuklar ve gençler idi. Gâfil büyüklerden ziyade çocuklarla ilgilenir, onlara ciddî selâm verir ve selâmlarını alırdı. Çünkü onlar yaşadıkları zamanın küçükleri, yarının ise büyükleriydi.
Çocuklar ve gençler bizim kışta açan çiçeklerimiz, karanlıkta ışık, yoklukta varlık, çaresizlikte ümidimiz, onlar bizim her şeyimizdir. Çocuklara küçük değil, yarınların büyükleri nazarıyla bakılmalı ve o nazarla değer verilmelidir. Zira, gençliği olmayan cemaatlerin ve milletlerin geleceği de olmaz.
Cenâb-ı Hak, çocuklar için “Onlar, dünya hayatının ziynet ve süsüdür” (Kehf Sûresi: 46) ferman eder. Çocuklar geleceği temsil ederler. Bundan dolayı onlara ciddî bir eğitim ve dînî terbiye verilmelidir. Çocuk eğitimi anne karnında başlar. Helâl kazanç ve helâl beslenme onun ilk adımıdır. Bu hususta, büyük zatların ve Bediüzzaman’ın hayatı ibretlerle doludur. Diğer çocuklardan onun çok farklı bir özelliğe sahip olduğunu anlayan küçük Said’in hocaları, onun doğduğu evi ziyaret ederler. Annesine onu nasıl yetiştirdiğini sorarlar. Annesi “Ben, Said’e hamile kaldığım zaman, hiçbir vakit abdestsiz yere basmadım. Dünyaya geldiği zaman da hiçbir zaman abdestsiz emzirmedim” der. Bu konuşma esnasında, hayvanları ile aşağıdan yukarıya doğru gelen babası Sofi Mirza’nın hayvanlarının ağzı bağlı olduğu görülür. Neden bağlı olduğu sorulduğunda “Efendim, bizim tarlalarımız köyden biraz uzaktadır. Başkalarının tarlalarından yiyip, rızkımıza haram lokma karışmaması içindir” cevabını verir. Hocalar “Elbette böyle bir anne ve babadan, böyle bir evlât yetişir” diyerek, hayranlıklarını ifâde ederler.
Bediüzzaman der ki: “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinât ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, âdetâ maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o dersler üzerine binâ edildiğini aynen görüyorum.” (24. Lem’a, s. 462) Evet, anne ve baba tarafından ciddî bir dînî terbiye ve eğitim çocuklara verilmeli ki, vefatlarından sonra da, kendilerinin amel defterlerine çocukları sayesinde hayır, hasenât ve nurlar yağsın. Anne ve babasını dindar olarak örnek göremeyen çocuklar, alabildiğine dine yabancı olmaktadırlar. Zamanında yeterli bir İslâm bilgisi ve eğitimi almayan bir gencin, sonradan dînî bilgi alması, yabancı bir gence din anlatmak gibi zor olmaktadır.
Fen ilimlerini öğrenmek, din ilimlerini öğrenmeye mâni olmamalıdır. Oğlum paşa olsun, profesör olsun diye onu dinden uzak tutmak, dünya hayatındayken bile başa belâ olmasına sebep olmaktadır. Bir anne, otuz beş yaşındaki oğlunu sabaha karşı saat üç buçukta telefonla arar. Adam, annesini, “Bu saatte neden rahatsız ettin, sabahleyin arasaydın ya!” diyerek hiddetle azarlar. Annesi “Otuz beş sene evvel, aynı saatte, sen de beni rahatsız etmiştin. Doğum günün kutlu olsun, oğlum” der ve gözyaşlarıyla telefonu kapatır. Anne ve babasına sitem edip azarlayan evlâtlara sahip olmamak için onlara zamanında yeterli İslâm bilgisi ve terbiyesi verilmelidir.
Cenâb-ı Hak “Mâl ve evlâtlarınız sizin için bir fitne ve imtihan vesilesidir” buyurmaktadır. Allah kimseyi evlâtları yüzünden çok şiddetli imtihanlara tâbi tutmasın. Hazret-i Âdem (as) hem katil, hem de maktul olan iki çocuğu Kabil ve Habil’in babasıydı. Hazret-i Nuh’un (as) oğlu Kenan, kâfir olarak Tufan olayında boğulmuştu.
“Karşımda büyük bir yangın var. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” diyen Bediüzzaman’ın gayretini rehber edinmemiz lâzım. Gençlik hizmetlerine çok önem veren merhum Zübeyr Ağabey, elinde Cevşen okuyarak yakındaki okulların etrafında dolaşır, gençlerin kurtulmaları için duâ edermiş. O mekteplerden de çok kahraman ve faal gençler yetişmiştir.
Kültür Merkezimizde yüzden fazla katılımcıya bahsi geçen seminerini âdetâ yaşayarak sunan Ömer Faruk Topçu, bir Pazar akşamını daha değerlendirmiş ve herkesi memnun etmişti.
05.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|