İsrail’in Filistin’e yaptığı son soykırım, küresel ikiyüzlülüğü ve çifte standardı bir defa daha ortaya koydu.
Bir hafta önce İsrail Savunma Bakanı Barak’la, bir dizi savunma işbirliği ve ekonomik anlaşmaya insansız casus uydu uçaklarını ekleyen Ankara’nın “kınaması” da tıpkı ecnebilerinki gibi salt bir-iki cümlelik “diplomatik uyarısı” olarak kaldı.
Şu hale bakın; daha iki ay önce İsrail Başbakanı Olmert Ankara’ya gelip Filistin Devlet Başkanı Abbas’la yanyana “barış” vaadinde bulunuyor; ardından Amerika’da âlây-ı vâlâ ile Annapolis anlaşması imzalanıyor…
Ama bu süreçte saldırıları sürdüren İsrail, son 41 yılın en büyük katliamını yapıyor. Daha önce füzelerle vurduğu çoğu çocuk yüzlerce sivili öldüren İsrail ordusu, bu kez tanklarla ve ağır silâhlarla karadan da Gazze’ye giriyor.
İki günde yarıya yakınını kadınların ve otuza yakın çocukların ve hatta birkaç aylık bebeklerin bulunduğu 112 mâsum insanı katlediyor. Yüzlercesini yaralıyor. Cebâliye’de olduğu gibi mahallelerin, sokakların, evlerin üzerine bombalar yağdırıyor, topa tutuyor; insanlar sığındıkları evlerinde yıkıntıların, enkazların altında eziliyor.
Vahşet o denli ki, zaten büyük bir kısmı uyguladığı ablukayla yakıt yokluğundan çalışmayan ambulansların yaralıları elektriksiz ve ilâçsız hastanelere taşımasına engel oluyor.
Ancak İsrail, bütün dünyanın gözü önünde gıdadan, akaryakıttan, elektrik, ilâç ve hatta suya kadar sürdürülen insanlık dışı ambargo kuşatması ve katliamla da kalmıyor…
Olmert, büyük bir şirretle “katliamın süreceği”ni söylüyor; “gerekçesi” ise bir İsraillinin Gazze’de atıldığı iddia edilen bir roketle ölmesi. Açık açık, “bir İsraillinin kanı yüzlerce Filistinliye bedeldir” mesajı veriliyor…
* * *
Bu zulmün dehşeti, İsrailoğulları hakkında Kur’ân’ın yüzlerce âyetinin hükmünü tasdik ediyor. “Onlar (İsrailoğulları), yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez” (Mâide Sûresi, 64) ve “Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin” (Bakara Sûresi, 60; A’raf, 74) benzeri âyetleri tefsir eden Bediüzzaman’ın tespitlerini tasdik ediyor.
“Her asırda ekser memleketlerde mâruz kaldıkları müteaddid katliamlar”a karşı topyekûn insanlıktan intikam alırcasına, “her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevî ihtilâle parmak karıştıran Yahudi milleti”nin Kur’ân’ın hükmüyle serencâmını okutturuyor. (Sözler, 306-307)
Gazze’deki soykırıma karşı dünya garip bir şekilde suskun. Türkiye’nin 40 bin insanın katline sebebiyet veren terör örgütüne karşı Kuzey Irak’ta 27 şehide mal olan birkaç günlük sınırötesi sınırlı operasyonu diline dolayan Batı, İsrail’in son soykırımını sâdece seyretti.
Körfez Savaşı’nda karabatakların yine işgalcilerin kirlettiği denizde batmasını haftalarca serişte eden uluslar medya, bütün bu vahşete de suskun kaldı.
Sâdece Güney Koreli BM Genel Sekreteri, tıpkı Olmert ve Bush gibi önce “İsrail’in saldırılarını haklı buldu”; peşinden dil ucuyla “orantısız güç kullanımını” doğru bulmadığını söyledi.
Gerek şu ki, daha üç gün önce 44 ölü ve 53 yaralıyla günü kapatan, her gün onlarca ve yüzlerce mâsumun katliyle bir milyondan fazla insanın pervâsızca öldürüldüğü işgal altındaki Irak’ta ve Afganistan’da olup bitenlere seyirci kalan “uluslararası câmia”nın ikircikli ve sahte yüzünü bilen İsrail, takmıyor. Büyük bir cür’etle zulmüne devam ediyor, soykırımı sürdüreceğini bütün dünyaya karşı büyük bir şımarıklıkla ilân ediyor…
* * *
Dünyanın hali ortada. Ancak dörtyüz yıl Filistin’i adalet ve barış içinde yönetmiş Osmanlı’nın maddî ve mânevî mirâsını taşıyan Türkiye’nin hali de hiç iç açıcı değil…
Başbakan, partisinin gençlik kolları toplantısında soykırımı şiddetle kınıyor. Hatta İsrail’in çocukları ve bebekleri katledilmesini “kimlik” meselesi olarak gösteriyor. “Gazze’de yapılan insanlık dışı uygulamayı tasvip etmemiz mümkün değildir” diye yükleniyor; “yavrular, siviller öldürülmektedir” diye veryansın ediyor.
Ne var ki, aynen Bush ve diğerleri gibi, salt “orantısız güç kullanımı”nı nazara verip, Türkiye Cumhuriyeti olarak İsrail’in bu tavrını sâdece “kınıyor”; zulme ve zâlimlere karşı hiçbir “yaptırım”a başvurmuyor.
İsrail’le yapılan onca askerî ve ekonomik anlaşmayı, silâh alımı ihâlesini iptal etmek, en azından askıya almak bir yana, “İsrail’le ilişkileri gözden geçirme”yi bile hatırlatmıyor.
Bir tek millete karşı “bunun kabul edilemez olduğunu” belirtmekte iktifa ediyor.
“Bakanlar Kurulumuzda bu konuyu masaya yatırmak suretiyle atılması gereken adımları atacağız” diyor; lâkin kendi ifâdesiyle “insanî ve hukukî hiçbir izâhı olmayan” İsrail’in Gazze’deki son saldırısına karşı hiçbir adım atılamıyor, buradan da bir şey çıkmıyor.
Hükûmet sözcüsü, tıpkı Başbakan gibi soykırıma salt “ağıt yakmak”la yetiniyor. Ve İsrail’le GAP’ı Konya Ovasını, Tuz Gölünü kapsayan ekonomik işbirliği mutâbakatları, silâh ve savunma sanayii anlaşmaları bütün hızıyla devam ediyor…
Neticede Gazze’yi kan gölüne çeviren katliama karşı Türkiye de bütün dünya gibi “kınamak”la kalıyor.
Ankara’nın bu vahşet ve zulme karşı yapacağı sâdece kınamakla kalmak mı?..
05.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|