Başörtüsü meselesini anayasa ve kanun değiştirerek ve de sadece üniversitelerle sınırlı olarak “çözme” girişiminin yol açtığı kargaşayı hep birlikte üzüntü içinde takip ediyoruz.
Meclisten 411 kabul oyuyla geçen anayasa paketi iptal talebiyle Anayasa Mahkemesine, YÖK’ün pakete istinaden üniversitelere gönderdiği talimat yine aynı taleple Danıştay’a gidiyor.
Mağdurlar yasakçı rektörlere, yasakçılar da YÖK Başkanına suç duyurusunda bulunuyor.
CHP’nin YÖK Başkanı için yaptığı suç duyurusunda savcılık görevsizlik kararı veriyor ve top, ilgili mevzuat gereği Millî Eğitim Bakanına geçiyor. Bakan şu aşamada Başkana kol kanat geriyor gibi, ama sonrasında ne olur, bilinmez.
Buna karşılık, yasakçılara karşı yapılan suç duyurularının yapıldıklarıyla kalıp, sahiplerince istenen sonuca ulaşamayacağı kanaati yaygın.
Çünkü üzerinden 28 Şubat silindiri geçen yargının duruşu, şu anda da hiç ümit vermiyor.
Yasalarda dayanağı olmayan sorunu yasal düzenlemeyle çözme girişiminin yol açtığı en büyük sakıncalardan biri, meseleyi bu “mayınlı alan”a taşıyarak, bundan sonraki süreci ve çözüm arayışlarını da ciddî şekilde zora sokması.
Bir diğer çok önemli sakınca ise, eğitim ve çalışma gibi temel hakların kullanımını, uzlaşma adı altında birtakım uygunsuz pazarlıkların konusu haline getirmeye kapıyı iyice aralamış olması.
Söz gelişi, “Hizmet alanlar başlarını örtebilsin, hizmet verenler örtemesin” gibi hukuk ve mantık dışı bir tasnifi isabetli ve haklıymış gibi göstermesi.
Ya da “Tamam, üniversite öğrencilerine başörtüsü serbest olabilir; ama ilk ve ortaokullarla devlet kurumlarındaki yasak kesin güvencelere bağlanarak tamamen kalıcı hale getirilsin” yaklaşımına temel oluşturması.
Bu gidişatın sonunda varacağı yer, başörtüsü serbestisinin en fazla önem taşıdığı yerlerin başında gelen imam-hatiplerde yasağın iyice muhkemleşmesi, kızlarının tesettürlü olarak okumasını istedikleri için bu okulları tercih eden ailelerin buralardan da ümitlerini kesmesi ve böylece öteden beri “Kızlar imam olamayacağına göre niye bu okullara gidiyorlar? İmam-hatiplere kız öğrenci alımı durdurulsun” diyen mâlûm güruhun talebinin kendiliğinden yerine gelmesi gibi neticeler olursa kimse şaşırmamalı.
Başörtüsünü, kılık kıyafeti anayasa ve kanunla tanzim yerine, yasağı akılcı stratejilerle uygulamada sona erdirme yolu tercih edilseydi, bu sıkıntıların hiçbiri gündeme gelmezdi.
Nitekim 28 Şubat’tan önceki dönemlerde durum buydu. Toplumdaki dindarlaşma süreci tesettürdeki artışla da kendisini gösterirken, bu durum birilerini rahatsız etse dahi, demokratik akışın doğal seyri içinde dengesini buluyordu.
Ama ne zaman ki, din adına siyaset ve iktidar mücadelesi işin içine girdi, bu akış bozuldu.
Din adına iktidara talip olanlarla, laiklik ve devrimler adına onlara karşı çıkanların, görünüşte birbiriyle çatışırken, neticede yekdiğerini besleyen mücadeleleri sonucu ortaya çıkan kısır döngü, herkesi, demokrasiyi de, hukuku da, hak ve özgürlükleri de öğüten bir cendereye soktu.
Türkiye bu cendereden nasıl kurtulacak?
Dini de, laikliği de kavga konusu olmaktan çıkaran demokratik uzlaşmayı nasıl başaracak?
05.03.2008
E-Posta:
[email protected]
|