Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 05 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Hıristiyana saldırı Yahudilere yarar



Ermeniler'in mutlak çoğunluğu Hıristiyandır. Dinî (hatta millî) mezhepleri de Gregoryan...

Aynı dinin belli başlı diğer mezhepleri ise, Katolik, Ortodoks ve Protestan.

Bu din ve mezhebe bağlı olanlar ile Müslümanlar arasında, geçmiş asırlarda çok büyük, çok kanlı savaşlar yaşandı. Haçlı Seferleri, bunların başında gelir.

Ancak, şu da bir gerçek ki, Birinci Dünya Savaşı ve bilhassa İstiklâl Harbinden sonra (1918) bu iki büyük dinin mensupları arasında "dinî inanç" odaklı zıtlaşmalar sebebiyle herhangi bir savaş yaşanmadı.

II. Dünya Savaşına giren ve bundan zarar gören bir İslâm ülkesi yoktur, meselâ.

Aslına bakarsanız, 1915'teki "tehcir hadisesi"nin arka plânında da Müslümanların değil, dönmelerin ve Yahudilerin parmağı var.

Yahudiler, daima Müslümanlarla Hıristiyanları karşı karşıya getirterek ve dahi çatıştırarak, rahat etme, hatta keyif çatma emelinde olmuşlardır.

Dolayısıyla, günümüz Türkiye'sinde de, özellikle son yıllarda tanınmış Hıristiyan şahsiyetlere yönelik işlenen cinayetlerin arkasında aynı parmak izlerine rastlamak mümkün.

Zira, günümüz Türkiye'sinde ve hatta dünyasında, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında din odaklı herhangi bir tartışma, sürtüşme, çekişme söz konusu değil.

Yani tutup da neyin kavgasını verecekler?

Halen, yüz binlerce, hatta milyonlarca dindaşımız çeşitli Hıristiyan ülkelerinde huzur ve barış içinde yaşamıyorlar mı?

Bir de tutun Filistin'deki durumu düşünün... Orada, cidden bir insanlık dramı, hatta bir insanlık ayıbı yaşanıyor.

Türkiye'ye ve dünyaya bu çarpıcı mukayeseyi unutmadan bakmak durumundayız.

Tâ ki, sinek ısırmasıyla uğraşırken, dehşetli yılanların, canavarların saldırısına mâzur kalmayalım.

Tarihin Yorumu 5 Mart 1920

İşgalcilerin alkol silâhı ve Yeşilay

Yeşilay Cemiyeti, "Hilâl–i Ahdar" ismiyle ilk kurulduğunda (5 Mart 1920), cemiyetin merkezi olan İstanbul itilâf devletlerinin işgali altındaydı.

Anadolu'da ise, Yunan ve diğer saldırganların işgal ve istilâ hareketi bütün şiddetiyle devam ediyordu.

İşte, bu ölüm kalım hengâmesinde, düşman cephesi milletimize karşı iki dehşetli silâhla taarruza geçmiş durumdaydı.

Birincisi: Her ânı ölüm kusan ateşli silâhlarla yapılan saldırılar.

Her gün gemiler dolusu cephane sevk ediliyordu İstanbul ve Anadolu sâhillerine...

İkincisi: Ölümden de beter olan alkol silâhıyla yapılan taarruzlar.

Yine gemiler dolusu alkollü içecekler sevk ediliyordu İstanbul başta olmak üzere hemen bütün sâhillerimize...

Üstelik, bunların tamamı bedava dağıtılıyordu; halkımızı, bilhassa gençlerimizi tâ cânevinden vurabilmek için...

* * *

Birinci şıktaki saldırıları püskürtmek için gayrete gelen, vargücüyle çalışan vatanperver insanımız, seve seve şehit ve gazi olmayı göze alarak bilfiil cihad ediyordu. Dolayısıyla, şehit de olsa, gazi de kurtulsa, neticesi yine güzeldi.

İkinci şıkta yer alan saldırı tarzı için ise, ne yazık ki aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Alkol sebebiyle kişi ne şehit olur, ne de gazi...

Evet, işgal ve istilâcı kuvvetler, bir yandan Anadolu'da sürdürdükleri cephe savaşıyla kırıp biçmeye çalışırken, bir yandan da şehirlerde yaşayanları alkol bağımlısı haline getirerek, onları uyutup uyuşturmaya çalışıyordu. Tâ ki, uyanamasınlar, gayret ve şeceata gelemesinler, hiç olmazsa pasif sürüler halinde kalarak işgale karşı direnemesinler diye...

İşte, kurucuları arasında Şeyhülislâm İbrahim Haydârî ile büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî'nin bulunduğu Yeşilay Cemiyeti, böyle bir zamanda ve böylesi bir atmosferde kuruldu.

Yine de mücadele şartları çok çetin geçiyordu. Bilhassa İstanbul'daki alkoliklere mâni olunamıyordu. İşgalcilere karşı ise, bu hususta hiçbir müeyyide uygulanamıyordu.

Buna rağmen, İngiliz işgal konseyi hiddete geldi ve Yeşilay'ın kuruluşundan on gün sonra (15/16 Mart gecesi) Şehzadebaşı'ndaki Mızıka Karakoluna bir kanlı baskın düzenleyerek henüz uykuda olan askerlerimizi şehit ettiler. Aynı anda hükümet, meclis, saray, matbuat ve haberleşme merkezlerini de işgal ederek, baskıyı daha da şiddetlendirdiler.

Alkol yasağı kànunu

İstanbul'da giderek tırmanan baskılara daha fazla dayanamayan mebuslar, gruplar halinde Ankara'ya gittiler. Bu vatanperverler arasında bulunan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, İstanbul'da olduğu gibi Ankara'da da Yeşilay'ın maksadına vargücüyle hizmet etmeye çalıştı.

Meselâ, derhal bir "Men–i Müskirat Kànunu" (Sarhoşluk veren şeylerin önlenmesi) taslağı hazırlayarak Ankara'da yeni kurulan Meclis'in gündemine getirdi.

Mayıs 1920'de Meclis'te görüşülmeye başlanan ve çok sert tartışmalara yol açan bu kànun maddesi, ancak aylar sonra (14 Eylül) kabul edilebildi. O da sadece bir tek oy farkıyla.

Zira, Anadolu'da ölüm–kalım savaşının bütün şiddetiyle hükmettiği o günlerin Meclis'i, adeta tam ortadan ikiye ayrılmış durumdaydı.

Alkolün, yani sarhoşluk veren maddelerin yasaklanmasını isteyen grubun başını Ali Şükrü Bey, buna karşı gelen grubun başını ise M. Kemal çekiyordu. Aralarında çok şiddetli tartışmalar yaşandı. Sonunda bir oy farkla da olsa, Meclis (22. sayı kararıyla) "Men–i Müskirat Kànunu"nu kabul ve tasdik etti.

Gariptir ki, bu kànun büyük tesir icra etti. Yasak, ülke genelinde uygulandı. Uymayanlar mahkemeye sevk edildi.

Bir iktibas: "Câ–yı dikkattir ki: ...Anadolu Hükümetinin bir emri ile, bütün işret, kumar gibi kebâirler men' edildi." (Bediüzzaman Said Nursî, Tulûât isimli eserinden.)

Yasağın kaldırılışı

İçki yasağını kànunlaştırmada en etkili rolü oynayan Ali Şükrü Bey, Çankaya Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman tarafından 23 Mart 1923'te canice öldürülerek katledildi.

Bir müddet sonra (9 Nisan 1924) üç yıl evvel kabul edilen "içki yasağı kànunu" iptal edilerek uygulamadan kaldırılmış oldu.

11 Aralık 1924'te ise, bu kànun kapsamında cezaya çarptırılanlar için özel bir af kànunu çıkartıldı ve bütün suçlular serbest bırakıldı.

05.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.03.2008) - Yahudiler'in 500. yılı

  (03.03.2008) - Kıyafetten Hilâfete 3 Mart inkılâpları

  (01.03.2008) - Şark'ın ihyâsı

  (29.02.2008) - "Allah, bir daha yazdırmasın"

  (27.02.2008) - Rusya'dan dünyaya yayılan 'şimâl cereyanı'

  (26.02.2008) - Zıtlaşmaya, restleşmeye âlet olmadan

  (25.02.2008) - Unutma sevgili; korkarım zehirli

  (23.02.2008) - Terörü sindirme harekâtı

  (22.02.2008) - Müslüman, ama Şeriata düşman

  (21.02.2008) - Bir cemre gibi düştü Bâbıâli'ye

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri