Esra Abdel Fattah, Facebook’ta bir grup oluşturduğu için hapse düşeceğinden habersizdi tabiî ki. “Yeşili Sevenler”, “Kırmızıyı Sevmeyenler”, “Dr. Oetker Doçent olsun” diyenler, “Türban yasağı bir insanlık ayıbıdır ya da değildir” diyenler olurdu da; Mısır’daki gıda fiyatlarındaki artışı protesto amacıyla düzenlenecek eylemi destekleyen “6 Nisan” isimli bir grup olamaz mıydı?
Esra 7 Nisan günü tutuklandığında bu sorunun cevabını biliyordu: Olamazdı. Yaşadığı ülkede olmayan şeyler olur, olan şeyler olmazdı. Bu da olamayanların, olmayanların safında yerini almıştı. 16 gün el-Kanatir kadın hapishanesinde kalan ve çok iyi muamele gördüğünü belirten Esra, “Bu kadar iyi muamele görecektiysem, neden tutuklandım?” sorusunu da şüphesiz her daim soracaktı kendine…
Mısır, şimdiye kadar bulunduğum ülkeler arasında farkındalık seviyesi düşük olanlardan biri. Bundan dolayı, böyle bir girişimde bulunan birinin olması –konu ne olursa olsun- hayat belirtisi olduğu için mutluluk verici. Fakat Esra, eğer zengin sınıftan olsaydı bu şüphesiz daha bir anlam kazanacaktı. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sözünü düstur edinmiş olan birçok kişinin arasında, “Yılan kimseye dokunmasın” diyen yürekliler nedense hep Esra’nın sınıfındandı.
Sınıf diyorum, evet, çünkü Mısır’da gözle görülür bir sınıf ayrımı halen mevcut. Bu, sömürge zamanının etkilerinin devamı olarak algılansa da, belki insanların farkındalığını da beraberinde alıp götürdüğü için ses çıkarılmayan bir durum. Bunun en belirgin örneği, alış veriş merkezlerinde ya da restoranlarda çocuklarını kucaklarında taşımayan yüzlerce annedir diyebilirim. Çünkü bu annelerin çocuklarını, bebek çantalarını, bebek arabalarını taşıyan ya da taşımaya çalışan, küçük yaşta Filipinli, Nijeryalı, Etiyopyalı, Endonezyalı bakıcı kızlar vardır. Üzerlerinde emanet gibi duran kıyafetleri, arkadan tek bir sıra halinde örülmüş saçları ve tertemiz gülümsemeleriyle her gördüğünüzde iç dünyanızı alt üst eden bakıcı kızlar…
Aynı sınıftan değil diye kapıcıyla çok selâmlaşılmaz. Market çantalarını taşımak, bir acizlik göstergesidir. Çünkü, çantaları markette kasaların hemen yanında duran çocuklara taşıtmalı, kendin hiçbir şey yapmamalısın, onların sınıfına düşmemelisin. Ağır eşya kaldıramadığım bir rahatsızlığımın dışında, bütün market çantalarımı hep kendim taşıdığımdan, çoğu zaman insanların bana hayretler içerisinde baktığını görüyorum. Gülüp geçiyorum.
Hal böyle iken, bu insanların “ekmek fiyatı kaça çıkmış, benzin kaç lira olmuş, acaba benzinlikte çalışan adam bugün evine ekmek götürebilecek mi (tabiî bu arada Mısır’da benzin istas-yonlarında çalışanlar maaşla değil, aldıkları bahşişle geçiniyorlar), yağ fiyatı neden zamlandı?” diye düşünmeleri beklenemez tabiî ki. Bekleseniz ve sorsanız dahi, “Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler” dediği varsayılan Marie Antoinette’in verdiğinden daha farklı bir cevap alınması beklenmemelidir. Bu böyle devam ettikçe de, okuldaki öğrenci işleri görevlisinden, alış veriş merkezlerindeki lavabo görevlilerine; taksi şoförlerinden, bazı birimlerde çalışan memurlara kadar çoğu kişinin “bahşiş” istemesi oldukça normal karşılanmaktadır. İstediklerinin adı 'bahşiş'tir ama aslına bakarsanız o bahşiş değildir.
Mısır’a yerleşen her yabancı gibi ben de ilk yılımı, -diğerlerinin sözlerine kulak asmaksızın- ümitvar olmakla geçirdim. Gelişen her ülke gibi, Mısır da elbette bu konularda gelişecektir. Halk, özentiliği bir kenara bırakacak, trafik kuralları uygulanacak, trafik ışıklarının yanı başında kırmızı yandığında “dur” talimatı vermesi açısından polisler olmayacak, yerlere çöp atılmayacaktır.
Buradaki tahsil hayatımın ikinci yılını doldururken, bu ülkedeki bütün olumsuzlukların mutlaka bir gün biteceğine olan inancımı ve ümidimi muhafaza etmenin mutluluğu içerisindeyim. Belki bir gün Esra, internet korkusunu yenecek ve tekrar mesaj yazmaya başlayacak.
Biliyorum ki, ümitvar oldukça ve ye'se düşmedikçe her şey daha güzel olacak.
13.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|