Enstantaneli bir şölen gibidir hayat. Nereden gelip konduğunu anlayamadığımız bir hatıra canlanıverir zihnimizde bazen. Geçmişin o incecik yollarında dolaştırır bizi. Kendimizle karşılaşıveririz birden ve kalbimizde; biraz burukluk, biraz heyecan, biraz özlemle karışık duygular yeşerir.
Bir çok insan konup göçmüştür hayatımızdan meselâ. Kimi çok sevdiğimiz, canımızdan bir parçadır bunların. Kimi öylesine gelip giden bir yolcu, kimi bizden çok şeyler götüren öncenin dostu, şimdinin yabancısı, kimi aşkını yaşadığımız, ama şu an hiç de önemli olmayan biri… Ve diğerleri…
İkindi vaktinin hüzzam şarkılarını hatırlatır çoğu kez hatıralarda yolculuk. Onlar ansızın çalıverince kapımızı, bizi de bir burukluk kaplar ister istemez.
Gönlüm sırılsıklam yine hatıraların kucağında iç çekmekte. Bir kapı eşiğinde tebessümlü bir yüz var önümde. Nurânî simasına ne kadar da güzel yakışmış bu tebessüm. Minik bir telâş var ellerinde ve kollarında, biraz mahcup bir edâ ve biraz da yaşanmışlık yüzünde…
“Hoş geldin! Buyur içeriye..!” diyen sesinde misafir ağırlayacak olmanın mutluluğu bir de…
Misafirinse gözünden kaçmayan bu telâşa iliştirdiği iki cümle, “Kusura kalmayın, rahatsız etmedim ya?”
“Ne kusuru komşum, buyur buyur” diyen neşeli ses yine.. “Biraz elimdeki işe dalmışım da, kapı çalınca koştum hemencene…”
İşte bir komşu ziyaretine mukabil açılan kapıyla birlikte, bir gönül evi daha…
Ah nerden kondu şimdi bu gönlüme.
Bilmem ki, hatıra değil mi? Gelip konar ansızın, sormadan sızıverir zihnine ve oradan da kalbine…
Ha bir de, yaz akşamlarından kalma şen kahkahalı, bol cırcır böceği müziğiyle süslenen o muhteşem sohbetler var… Lacivert gökyüzünün uçsuz bucaksız kubbesinin yanıp sönen yıldızları altında, saman yolunun hikâyesini dinlemek bir de…
“Bir varmış, bir yokmuş... Saman adında bir genç varmış. Bu genç, Yıldız adında bir genç kıza aşık olmuş. Yıldız nazlı, yıldız gence hayır dermiş. Ama genç kararlı, yıldızsız olmaz. Bir gün yıldızı kaçırmaya karar vermiş. Yıldızı bir çuvala koymuş ve omuzlamış. Yıldız sönmüş çuvalda ve dağılan her parçası gencin yürüyüp gittiği yolda sönük bir iz bırakmış.” Ne acıklı bir hikâye bu yine…
Bir de, minik bir çocuğun ışıl ışıl yanıp sönen gözlerinde, mor bir çiçeği ilk kez görmenin heyecanı…
Çam kokulu, zeytin ağaçlı, asma yapraklı, dere şırıltılı bir ev manzarasında kurulan çocuk evcilikleri, bir de salıncaklar…
Hayatın bir ucundan bir ucuna, ne çok şeyler gelip konar ömrümüze. Bizi inşâ eder, bizi var eder. Bizi biz eden ince eleklerden geçirir…
Ey bizi gergefinde durmadan dokuyan hayat, sen ne muhteşem şeysin ve ey hayatı veren Zat, sen ne muhteşem Yaratıcısın…
13.05.2008
E-Posta:
[email protected]
|